TMMOB Peyzaj Mimarları Odası
TMMOB
Peyzaj Mimarları Odası
UCTEA CHAMBER OF LANDSCAPE ARCHITECTS

Basın Açıklaması "kalan Her Damla Su Yaşamdır; Yaşamımıza Sahip Çıkalım…"

GENEL MERKEZ
22.03.2007 (Son Güncelleme: 30.04.2007 12:31:05)

                   

  BASINA VE KAMUOYUNA

 22 MART... DÜNYA SU GÜNÜ...

KALAN HER DAMLA SU YAŞAMDIR; YAŞAMIMIZA SAHİP ÇIKALIM...

Dünya Su Günü bu yıl "Su Kıtlığı ile Mücadele" konu başlığında tartışılıyor. Kalkınmanın başlıca itici gücü olan  su kaynaklarımızı bilinçli, duyarlı, akılcı, adil ve barışçı biçimde kullanmamız gerekliliğini vurgulayan Dünya Su Günü‘nde ülkemizde de bu önemli yaşam unsuruna dikkat çekmek vatandaşlık görevidir.

Su doğal kaynak olarak günümüzde önemini koruduğu gibi gelecekte de öncelikli müdahale alanlarından biri olacaktır.

Uluslar arası araştırmacıların 2005 yılında yaptığı analizde, Türkiye‘nin su sıkıntısı içinde olduğunu ifade etmiştir. Bu çalışmada, Türkiye için Su Kullanım İndeksi % 16,98 bulunmuştur. Bunun anlamı Türkiye‘nin su sıkıntısı yaşayan ülkeler kategorisi içinde olduğudur.

 Ülkemizin su sıkıntısı yaşayan ülkeler grubunda yer almasının temel nedeni ise: Su potansiyelin ülke coğrafyasında eşit bir biçimde dağılmaması ve suyun tüm sektörlerde plansız kullanılışı ve hızlı artan nüfus karşısında suyu doğru yönetemiyor oluşumuzdur.

 SUYU PLANSIZ KULLANIYORUZ...

  • Tarımsal sulamanın %88‘i bilinçsiz sulama,
  • Kentsel kullanımlarda kaçak ve kayıpların oranı %40,
  • Bir litre atık su, sekiz litre tatlı suyu kirletiyor,
  • Belediyelerin sadece %8‘inde arıtma tesisi var.
  • OSB‘lerde atık suların %25‘i arıtılmıyor,

ULUSAL SU POLİTİKAMIZ YOK .....

Nüfus artışına paralel olarak, ülkemizde toplam tatlısu (yüzey ve yeraltı) kullanımı, 1995 ile 2001 yılları arasında % 39,9 artış göstermiştir. Bu oranın yaklaşık % 84‘lük kısmını yüzey suyu oluşturmaktadır. DİE verilerine göre içme ve kullanma suyunu şebekeden alan belediye nüfus oranı % 93‘e ulaşmış ve 2004 yılı itibarıyla şebeke ile dağıtılmak üzere çekilen 4,7 milyar m3 suyun dağılımı ise;

  • Suyun % 42‘si barajlardan,
  • % 27‘i kuyulardan,
  • % 26,2‘si kaynaklardan,
  • % 2,9‘u akarsulardan ve % 1,8‘i göl veya göletlerden çekilmektedir.

Suyun sağlandığı kaynakların dağılımına bakıldığında barajlardan sağlanan içme suyunun ön plana çıktığı görülmektedir. Bu da giderek su elde etmek için yapılan yatırım maliyetlerinin yükselmesine neden olmaktadır. Yani, hem su kaynaklarımızın yönetiminde plansızlık hüküm sürerken hem de  insanımıza  su , pahalı olarak yansıtılmaktadır.

Bu gün Ankara Büyükşehir Belediyesinde olduğu gibi..

Ankara Büyükşehir Belediyesinin, Ankara Su Master Planında 2030‘lu yıllarda devreye alınması planlanan Kızılırmak‘tan 2007 yılında su getirmeye çalışması, vizyonsuz, plansız ve yine vatandaşının sırtına yüklenmiş yüksek maliyet olarak geri dönecek bir projedir ve en önemlisi, kent yöneticilerinin plansız çalışmaları sonucu geleceğimizin ipotek altına alınmasıdır.

Su kaynaklarında bu gün yaşanan sorunlar, kentlerdeki su ve atıksu hizmetlerinin sunumu ve yönetimi ile de doğrudan ilişkilidir.

 Kanalizasyon şebekesi ile hizmet verilen nüfusun toplam belediye nüfusu içindeki oranı ise % 78,7 dir. Buna karşın atıksu arıtma tesisi ile hizmet edilen nüfusun toplam nüfusa oranı ise sadece % 16,8‘dir. Tüm bu değerler, belediyelerimizde atık suyun bertarafında, bu hizmetin kapsadığı nüfus ve atıksu tesislerinde arıtma konularında ciddi sorunlar yaşanmakta olduğunu göstermektedir. Özetle su kaynaklarımız korunamamakta, nehirlerimiz, göllerimiz ve yeraltı suyu kaynaklarımız hızla kirlenmektedir.

Su, kanalizasyon ve katı atık toplama hizmetlerini veren belediyelerimizin performansına baktığımızda büyükşehir belediyelerinde "su kayıp oranı" % 43,8 ile oldukça yüksektir. Diğer belediyelerde ise kayıp % 40 seviyesindedir. Bu su kaybının nedeni hem şebekenin fiziksel durumunun kötü olmasından hem de kaçak kullanımlardan kaynaklanmaktadır.

Tüm bu açıklamalar aslında en temel sorunumuzun tarihsel geçmişi ile de direkt bağlıdır. Temel sorun "Su Hizmetleri Yönetim Sorunudur"

Osmanlı‘dan başlayıp 1930‘lara kadar geçen sürede Batılı şirketlere imtiyaz olarak verilen suyun organizasyonunda yabancı şirketlerin altyapı yatırımından ve teknolojiyi yenilemekten hep kaçınmaları ve genişleyen kentlere yatırım yapmamaları karşısında, ülkemiz genç cumhuriyet yöneticileri, toprak mülkiyetini üzerine geçirmeye çalışan, suyu pahalı satan şirketlerin yetkilerini aldılar.

Yıl 1930... Emperyalist devletlerin mesken tutmuş olduğu şirketlerin su yönetiminden kovulması ile 1995 yılına kadar devam eden süreçte ise ülkemizde su hizmetleri yönetimi belediyelere devredildi.  Yatırımların İller Bankası kanalıyla gerçekleştirilmesi sonucu merkezi ve yerel yönetimler arası işbirliği ile Türkiye‘nin su yönetimi ulusal ve kamusal yöntemlerle gerçekleştirildi.

Ancak 1995‘te geri döndüler... Dünya Bankasından alınan kredilerle önce Antalya‘nın su hizmetleri özelleştirildi.

 Sonuç; Antalya‘nın yabancı sermayeye devredilen su hizmetlerinde anlaşmazlıklar olmuş, mahkeme süreci başlamış ve 30 milyon dolarlık bir uluslar arası tahkim süreci devam ediyor.

Önümüzdeki süreç küresel ve özel sektörcü, piyasacı tarzda örgütlenme modelidir.

Su kaynaklarımızın korunması, doğru ve verimli kullanılabilmesi için havza esasını temel alan, Çerçeve Su Yasası ve Havza Yönetimi Yasası taslaklarını hazırlama girişimlerini sürdürmektedir. Maalesef, bir bölüm maddeleri kabul edilmiş ve yerel seçimler sonrasına görüşülmesi ertelenmiş bulunan Kamu Yönetimi Temel Kanunu ile hemen arkasından açıklanan Yerel Yönetimler Yasası ve bir kısım yasalar da değişiklik yapacak olan tasarılar göz önüne alındığında, ortak akıl oluşturulmadan kabul edilen bu yasalar, büyük bir çelişki oluşturmaktadır.

Özellikle, hukuka ve ekolojiye uygun olmayan ve Anayasa Mahkemesi‘nden geri dönen " Kızılağaç ve kestane ağacının orman ağacı sayılmaması ile ilgili" yasanın, ülkemizde oluşturması muhtemel doğal varlık kaybı, Kamu Yönetimi Temel Kanunu ve devamındaki yasa tasarılarının mevcudiyeti hepimizi endişeye sevk etmektedir.

Türkiye‘nin çevre standartları ve sınır aşan suları ile ilgili olarak küreselci, işbirlikçi ve özel sektörcü, piyasacı "su hizmeti" modellerine kararlılıkla HAYIR demek gerekiyor.

Bu ülkenin mühendis iş gücü, bu ülkenin su hizmetlerine ilişkin teknik, bilimsel bilgi gücü, bu ülkenin su hizmetlerini yüksek nitelikte yerine getirmeye yeterlidir.

Ülkenin su kaynaklarını meta olarak görmediğimizi;

Suyu ekonomik bir değer olarak görmediğimizi,

Suyu; toplumsal bir varlık, insanın yaşam hakkı aracı olarak gördüğümüzü ilan etmemiz;

 Ve... Türkiye için en uygun modelin merkezi yerel yönetimler arasında işbölümü yeniden tanımlanmış, kamucu ve mutlaka ulusalcı bir yönetim modeli olması olduğunu  anlatmamız gerekmektedir.

Türkiye, ekonomik ve mali liberalizasyon dalgasından sonra, idari ve siyasi liberalizasyon dalgasına vuruldu. İdari ve siyasi liberalizasyon dalgası kamu yönetimiyle beraber, ulusal örgütlenmeyi çözen bir dalgadır. Bundan sonraki sıra üçüncü dalganın sonuçlarına, yani doğal/kültürel değerlerin elden çıkarılmasına gelmiştir.

TMMOB Peyzaj Mimarları Odası olarak diyoruz ki; eğer bu rant zemini, devlet denetimi ve kamu yönetimi modelinin dışında, küreselci ve piyasacı modele teslim edilirse Türkiye‘nin geleceği karanlıktır.

Saygılarımızla

 

TMMOB Peyzaj Mimarlar Odası

      Yönetim Kurulu

  

 

Okunma Sayısı 2148