TMMOB Peyzaj Mimarları Odası
TMMOB
Peyzaj Mimarları Odası
UCTEA CHAMBER OF LANDSCAPE ARCHITECTS

DEĞERLİ HOCAMIZ DR. TURGAY ATEŞ`İ KAYBETTİK

DEĞERLİ HOCAMIZ DR. TURGAY ATEŞ`İ KAYBETTİK
MERKEZ
17.10.2016

Değerli hocamızın, ailesinin ve sevenlerinin acısını paylaşıyor, sabır ve başsağlığı diliyoruz.

 

Değerli Hocamız Dr. Turgay Ateş‘in 16.10.2016 tarihinde vefat ettiğini büyük bir üzüntü ile öğrenmiş bulunmaktayız.


Naaşı 17 Ekim 2016 Pazartesi (bugün) günü Doğramacızade Ali Sami Paşa Camii‘nde ikindi namazına müteakip kaldırılacaktır.


 
Değerli hocamızın, ailesinin ve sevenlerinin acısını paylaşıyor, sabır ve başsağlığı diliyoruz.

 

Yayına hazırlanmakta olan 2016 yılı Peyzaj Mimarlığı Dergisi için Değerli Hocamız Dr. Turgay Ateş ile yaptığımız söyleşiyi sizlerle paylaşıyoruz.

 

 Peyzaj Mimarlığı`nın kente ve kentliye ilişkin üretmiş olduğu çözümleri bir araya getirmek gayesiyle, bu alanda çalışmalar yapmış olan sizin hikayenizi genç meslektaşlarımıza iletmek isteriz.    Turgay Ateş kimdir?


Turgay ATEŞ: Ben şimdi kendi eğitimimi anlatayım. 72 mezunuyum. ODTÜ`ye girişim 68. Biz Mimarlarla beraber okuduk. Aynı stüdyoyu aldık. Avusturyalı bir hocamız vardı. Hademelerden önce gelip, okulu açardı ve bu adamın stüdyosunda ders sonrası kuyruk olurdu. Şehircilik dersinde; ilk olarak bize "Allah`ın işine karışmak olmaz" dedi. Bizde tabi ne diyor bu adam dedik. Sonradan öğrendik ki; dere yataklarını ağaçlandırın, koruyun demek istiyormuş. Tabi algıladık mı, bilemem.

Bu bilgi üzerine ondan sonra benim öğrenciyken ilk gittiğim kişi Behruz ÇİNİCİ`dir. Haylazdım ben, okuldan kaçardım. Tabi dayımda rektör, İsmet Paşa`nın bir bayram günü elini öptük. Dayım, "Behruz`a gidelim, bunu emanet edelim" dedi. Benim derdim başka. Okul arkadaşlarımla gezmek istiyorum, tatile gitmek istiyorum. Ama hayır dediler. Dayım "sen Behruz`un büroya gideceksin" dedi. Nitekim gittik. Eski usul tabi. Dediler ki; "Behruz bak, bu haylaz ama resim yapar. İyidir, eti senin kemiği bizim. İster çay taşıt, ister çalıştır." Tabi Behruz Bey`de aksi adam; "Tabi efendim ne demek. Başım üstüne." Sonra beni bıraktılar gittiler. O zaman Büro Şefimiz Sezar Aygen. Meşhur bir mimar. Hemen onun yanına gitti; "Şekerim burası kreş mi, çocuk mu bakacağız?" dedi. Onlarda; "Behruz Abi biz ilgileniriz Türkay`la, merak etme", O da "tamam o zaman" dedi. Ben tabi Behruz Bey`e, Behruz Amca diyorum. Sonra büronun çaycısı var adı Yunus. Gittim yanına "ben nerede oturacağım?" dedim, Yunus`ta "gel sen benimle, önce bu çayları dağıt" dedi. Ben büroda çalışan bütün çalışanlara çayları dağıttım. Öğleden sonra giderim diye düşünüyorum, canım sıkıldı tabi. Büroda çıt çıkmıyor. Herkes çizim yapıyor gibi duruyor. İçeri Behruz Bey bir giriyor, herkes kalemi alıyor eline. O da olmuş/olmamış deyip gidiyor. Bende tabi o zamanki aklımla dedim bu işler böyle demek. Ondan sonra ertesi gün bir geldim, radyolar çalıyor, o zamanlar "Kebap 49" yeni açılmış. Kebaplar ısmarlanmış, büro leş gibi kokuyor. Meğerse Behruz Bey İstanbul`a gitmiş. O gün sordum; "neyle çiziyorsun bunu, bunun adı ne?" dediler ki, "sen anlamazsın oğlum, bunun adı rapido", vay dedim "rapid… hızlı mı çiziyor peki, nasıl bir şey bu?" tabi onlarda dolma kalem gibi bir şey işte dediler. Bende "nasıl dolma kalem, böyle dolma kalem mi olur, verin bir bakayım şuna, bir deneyeyim" dedim. Onlarda "oğlum kurcalama" diyorlar. Tabi ben o ara kaptım kalemi çiziyorum. "aaa ne güzel çiziyormuş, incecik" diye de tepki veriyorum. Baktılar kırmıyorum, "iyi bakalım al çiz şunu, sen bununla oyalan" dediler. Bende Behruz Bey gelene dek, 2 gün boyunca uğraştım çizdim, bitirdim. Sabah geldim, yine sessizlik var. Yunus`a dedim ki; "geldi mi?", O da "geldi seni görmek istiyor" dedi. Bende gecikmişim, "ya otobüs geç kaldı da o sebeple ….", klasik bir şeyler söyledim ayaküstü. Yunus`da sen bir git yanına dedi. Meğer 5 tane mimar kovmuş o çizim için.

- Kim çizdi bunu? diye sordu. 

- Ben çizdim Behruz Bey

- Oğlum sen hiç A normunu duymadın mı?

- Bilmem verseler onunla da çizerdim.

- Sezar şuna bir A3 verin ya, verseler çizermiş, çizsin de görelim

Bende aldım A3 aydingeri canavar gibi çizdim. Sonra Behruz Bey; "Tamam, sen devam et" dedi. İşte ben orada çizmeye başladım. Epey bir projede yaptık o zaman. Behruz Bey`in titizliğini, projedeki serbestliğini, yaratıcılığını, mimarlığı ondan okudum diyebilirim. Çorum Binevler Projesine karkılarımız oldu. Sonraki yıllarda kendisi ile Taksim yarışmasına girdik ikinci olduk. O zaman Uluslararası bir yarışma idi. Ondan sonra başka badireler oldu, ANAP Hükümeti vermedi.

 

Peki Hocam tam da burada şöyle bir şey desek; mesleki eğitim bir usta-çırak ilişkisinden daha öte bir şeye dönüştü. Buna ilişkin neler söyleyebilirsiniz, mesela Peyzaj Mimarlığının nasıl bir eğitim modeli olmalı?

 

Adında "mimarlık" olan bir meslek, mimarlık eğitimini bitirmiş olması gerekir. Yani mimarlığı kullanacaksın ama ben ziraatçıyım diyeceksin. Alman ekolü bile mesela; "Landschaft Pflege" bölümü bile bitkiden anlar ama "Landschaft Achitektur" o mimariden ve planlamadan anlar. Biraz bizde ki Bilkent vari bir düzen ama onlar Şehircilikte kaldılar ve henüz mimari ile birleşemediler ama yakında olabilir. Olursa da iyi olur. Yani mimarlığı kullanmak şarttır, kullanmazsan olmaz. Oturup masa başında sabaha kadar fuar çizilmez.

 

Hocam bu kısa girdiden sonra, tekrar geri dönersek nasıl bir süreç işledi hayatınızda?

 

Tabi bir mimarlık bilgim vardı. Önce mimarlık bürolarında çalıştım. Sonra İrem ACAROĞLU`yla baktık olmuyor, ben tekrardan şehirciliğe döndüm. Biraz karışık düzen gittim yani. 1978 yılında Başkan Danışmanı oldum. Çünkü yarışmalar kazanmaya başlamıştım. Türkiye`nin ilk fuar yarışması olan İzmit Fuarı ve Kıyı Kesimi Düzenleme Yarışması`nı kazandım. Öğrenciydim daha ama 28 yaşımda Vedat DALOKAY ve Ali DİNÇER`in danışmanı oldum. Oralardan sonra beni "Ziraatçılar" istedi. Yalçın MEMLÜK aracılığıyla çağırdılar. Dedi ki; "gel beraber çalışırız" baktım bir şey öğrenemeyeceğim, 1981 yılında ver elini Almanya yaptım. 81 badiresini öyle atlattım. Almanya`da da Dış İşleri adına görevliydim. Oradan döndüm tekrar Ziraat`e, tam 9 yıl kaldım. Birazcık peyzajı öğrendim. Doktoramı tamamladıktan 1 saat sonrada istifa ettim.

 

Dergimizin dosya konusu olan "kente" dair konuşmak gerekirse; Kentlerimiz, yeniden bir inşa sürecini yaşıyor. Bu bağlamıyla bir dizi yanlış uygulama olduğunu söyleyebiliriz. Kente ilişkin mesleki ediniminiz de düşünülünce, bu alana dair çok eski dönemlerde üretim yapmış sizin, örnek vermek gerekirse Saraçoğlu Mahallesi gibi örnek bir prototip olduğu düşünülünce Peyzaj Mimarları sürecin neresinde olmalılar?

 

Saraçoğlu Mahallesi, Atatürk sayesinde Almanlar tarafından planlanmıştır. Tarih olarak düşünülünce Türkiye`de o tarihlerde, orayı tasarlayabilecek bir altlık yoktu. Tabi biraz ulusal mimarlık akımları dikkate alınarak, yani Alman hocaların çabalarıyla yapılmışlardır ama kent dediğimiz şey, tarımla birlikte var olan bir şey. Mesela dünyanın ilk çevre sorunu tarımdır. Tarım kentleri, feodal kentlerdir. Saraylılar ve aristokralar, tarafından oluşturulmuş feodal kentlerdir. İnsanların kullanım alışkanlarına göredir mesela sokaklar. Araba yoktur, ata veya eşeğe göredir. Mesela Mardin… Ve derken bu dokunun içerisine araçlar, kentli alışkanlıkların değişmesi, bu kentlerde değişik önlemler almaya zorluyor. Kentin dokusu, tarih bilinciyle, koruma kültürüyle, kısacası adam olmakla ilgili bir şey. Peyzaj Mimarları bunun içerisinde ne kadar yer almak ve öncü rol üstlenmek istiyorlarsa, kendilerine düşen sorumluluğu üstlenmeleri lazım. Tutup da şehircilik yapmalarının bir alemi yok. Akademide böyle tezler var. Hayır yapamazsın, vazifen değil çünkü. Yeşil omurgasını kurgulayabilir. Öncü rollerde üstlenilebilir mesela.

Mesela kentlilik bilinci var. Halk eğer o bilince erişmemişse, verilen mücadelede umurunda olmuyor. Saraçoğlu Mahallesi halkın umurunda mı? Bizim park yaptığımız yere adamlar saldırıyor. Şu Çayyolu`nda (Ankara) bütün vadilerinin üstü; yapı, AVM, altından da metro geçiyor. Halk çok memnun. Gidip park ediyor arabasını, üst kata çıkıyor alışveriş yapıyor, önüne de çam mam koyuyorlar. Yahu altından dere geçiyor patlarsa, metroyu basacak. Geliyorsun İncek (Ankara) tarafına doğru, yandaşlara peşkeş çekilen; o teneke, cam, tahta kaplı binalar yapılırken peyzaj mimarları büyük bir hevesle, biz buradan şelalelerle sular akıtıyoruz, içinde yüzüyorsunuz, önünde parkı var, şöyle güzel böyle güzel… Yahu hepsi dere yatağı, sel yatağı… Ankara platosu narin bir toprak yapısına sahiptir, erozyon yoğun olur. Şehircilik kurallarına göre bütün bu vadilerin, ya tersip bendleri ile ya da başka yöntemlerle kontrol altına alınması, suyun akıtılması gerekir. Doğallık bunu gerektirir ama sen teneke, cam, tahta, orası burası yamuk, binalar çıkacaksan, bunların vadi yataklarına yapılmaması gerekir. Hepsi dolu şu anda. Toprağa ilişkin işlem o toprağın altında bir yaşam sağlayacaksan, önce o işler file ile başlar. Sonra kümes teline döner. En son ise bentlere döner. Su böyle kontrol edilebilir. Dikmen Vadisi`nde yapılmaya çalışıldı. Dikmen Vadisi Çetin Emeç Bulvarı üstündeki sel seddesi nedeni ile zaten bir çukur görünümünde idi. I. Etap arkasına yeni sel seddesi yapıldı, tam çukur oldu. Dedik ki; öndeki seddeyi kaldırın, köprü yapın Dikmen Vadisi`ni Kızılay`a kadar ulaştıralım, yaşayan bir parka dönüştürelim. Ama günün siyasetçileri 100 metrelik fışkiye peşinde idi…

Kente ilişkin elbette etkinlik kazanılır ama gerekli altlığı hazırlayıp, böyle kazanmak daha mantıklı. Gece yarısı oturup masanın başına, o tenekelerin önüne proje çizilmez. Sinpaş Altınoran`da 5. Kattaki evinin önünden kayıklı adam geçiyor. Olur mu öyle şey. Yani sen villa diye satıyorsun bunları. Villanın bir mahremiyeti olur.

Kenti kullanacaksın ama kent kavramını doğru kullanmak lazım ve kenti nasıl algıladığımızla alakalı bir şey bu. Yani bunu kullanmadan katkı sağlamak mümkün değil, hele mimarcılık oynamak… Bitki dikerek ve yanlış dikerek, farkında olmadan yetkim var ben kentsel tasarımcıyım. Değilsin. Yani dediğim gibi kenti kullanırsan bir anlamı var. Eh işte yalan dünya.

 

Peki Hocam ne yapmamız lazım, gençler ne yapmalılar?

 

Bölümde verilen eğitim bence yanlış. Herkes vazifesini yapacak. Peyzaj Mimarlarının, mimarlık eğitimini alması lazım. Bunu söylüyorum başka da bir şey söylemiyorum.

 


Son olarak neler söylemek istersiniz?

 

Herkes vazifesini yapsın. Bütün olay bu. Halk bilinci olmayan yerde, bütün olay budur. İşin mimarlık kısmında kendini yetiştirmeye çalışacak peyzaj mimarları. Doğa ne gerektiriyorsa, ona uygun davranacak. Yoksa her şeyi çözeceğim diye bir şey yok.




 

 

Okunma Sayısı: 1506