MESLEK ODALARINDAN "ANKARADAKİ SU SORUNUNA" TEPKİLER
Meslek Odaları Ankara' da yaşanan "su krizi" ne ilişkin basın açıklamaları yaparak sorununun nedenlerini sorguluyor, Melih Gökçek' i istifaya çağırıyor.
"SULARIMIZA SAHİP ÇIKMAK İÇİN YARIN ÇOK GEÇ OLABİLİR!"
Binyıl Kalkınma Hedefleri (MDG)‘nin altına imza atan 189 ülke, temiz içme suyuna erişemeyen insanların sayısını yarıya indirmek ve su kaynaklarının sorumsuzca istismarını durdurmak için 2000 yılında söz vermiştir. Johannesburg‘da 2002‘de gerçekleştirilen,
‘Sürdürülebilir Kalkınma Dünya Zirvesi‘nde su kaynaklarının önemine değinilen toplantıda benimsenen Uygulama Planı, suyla ilgili Binyıl Kalkınma Hedeflerini (MDG 7) yineleyerek, temel temizliğe erişemeyen insanların sayısını 2015 yılına kadar yarıya indirmek için yeni bir hedef koymuştur. 189 ülke arasında Türkiye de vardır. Bu hedeflere imza atarak ülkemiz de temiz su kaynaklarına erişimin en temel insan haklarından birisi olduğunu kabul etmiş ve bu kaynaklara erişimin kolaylaştırılması için taahhütte bulunan ülkeler arasında yer almıştır.
Son yıllarda dünyada ve ülkemizde kuraklık sorunu yaşanırken; başta Kızılırmak, Fırat ve
Dicle olmak üzere 12‘den fazla akarsuyun özelleştirilmesinin gündemde olduğu basına yansımıştır. Yetkililerce açıklanan projeye göre, akarsu ve göletlerin kullanım hakkının 49 yıla kadar vadelerle özel sektöre devredileceği ve yap-işlet-devret modeliyle satılacak olan akarsularımızın, öncelikle sulama amacıyla özel sektöre devredileceği, projenin kısa süre içinde karlılığıyla bilinen içme suyu alanına da uzanacağını anlamak fazla hayalcilik olmayacaktır.
Kamuya ait malların satılmasında her zaman olduğu gibi yine "hizmetlerin kaliteli ve daha ucuz olacağı, buralardan elde edilecek gelirlerin ülke borcunu kapatmaya yönelik kullanılacağı" söylemleri nehirlerimizin satışında yine gündemdedir. Ancak nehirlerimizin satışından elde edilecek gelirin 3,1 milyar dolar olacağı ve bu miktar 49 yıla bölündüğünde yıllık gelirin 63 milyon dolar olacağı bilinmektedir. Hâlbuki devletimizin 408 milyar dolar olan borcunu bu gelirin kapatmaya yetmeyeceği çok açıktır. Durum böyle iken; stratejik öneme sahip milli varlıklarımızdan biri olan ve sınır aşan sularımızın kontrolünü yabancı şirketlere devretmek akla ve bilime aykırıdır. Ayrıca, sınır aşan akarsularımızın satışından sonra su hakkından söz edilemeyecek ve başta enerji sektörümüz, tarımsal üretimimiz ve halkımız bu durumdan olumsuz etkilenecektir.
Suyun her geçen gün azaldığı dünyamızda 15-20 yıl gibi yakın bir zamanda tıpkı petrol ve doğalgaz gibi; su da uluslar arası ilişkileri etkileyen unsur olarak önemini koruyacaktır.
Konuyla ilgili Meslek Odaları ve İTÜ bilim adamlarının, yıllardır siyasi otoriteyi ve basın yoluyla kamuoyunu önlem alınmadığı takdirde, su sorunun olacağı ve bu durumdan en fazla etkilenen bölgenin ise, Orta Anadolu‘nun olacağı yönündeki uyarılarına rağmen, yetkililerce zamanında önlem alınmamış ve şimdi ise su sorunu bugünün sorunu gibi yansıtılmaya çalışılmaktadır. Gelinen noktada ise, Ankara ve İstanbul su sorunun yaşandığı şehirler listesinde ilk sırada yer almaktadır.
Bugüne kadar gerekli önlemlerin alınmadığı ve susuz günlerin kapıya dayandığı bu günlerde yetkililer çözüm olarak sadece su kesintisi üzerinde durmaktadırlar. Su kesintileri haziran ayından itibaren her gün aralıklarla yapılabileceği halde, seçim öncesi hesabı olanların oy kaybı endişesi ile bundan vazgeçilmiştir. Şimdi ise belediye yetkilileri, su kesintisinin 3 veya 4 güne çıkarılmasını önermektedirler. Kullanılabilir su miktarının değişmediğine göre ve
Ağustos ayında yağış beklenmediğine göre, sadece su kesintileri çözüm olmayacaktır.
2003 yılında bitirilmesi planlanan Gerede Projesi‘nin ilk aşamasının hayata geçirilememesi ve ikinci seçenek olarak sunulan ve bir takım riskleri içerdiği halde hayata geçirilmek istenen
Kızılırmak nehri ile ilgili proje de yargı tarafından durdurulmuştur. Sorunlara çözüm bulmak yerine, suçlu bulma yarışına giren yetkililer, her fırsatı değerlendirmekte, bu sıkıntıların sorumlusu kendileri değilmiş gibi önceki dönemde görev alanları suçlama politikası izlemekte veya kaderci bir anlayışla soruna yaklaşmaktadırlar.
Son yıllarda yaşanan kuraklık nedeniyle yeraltı suyu kullanımına talep artmıştır. Bu kapsamda, yerleşim alanlarında yeraltı suları gelişigüzel aranmakta, üretilmeye çalışılmakta; bu durum yeraltı sularının dengesini bozmakta, zeminlerde oturma ve çökmeler meydana getirmektedir. Bunun yanı sıra gerekli jeofizik etüt yapılmadan, bilimsellikten uzak çalışmalar sonucunda gereksiz yere sondajlar yapılarak ülkemize ekonomik kayıplar verdirilmektedir.
Ekonomik kayıpları ve yeraltı suyundan kaynaklanacak tehlikeleri azaltmak amacıyla öncelikle jeofizik etüt yapılmalı, bu verilere dayalı su sondajları yapılmalıdır. Çünkü jeofizik etütlerle; yeraltı suyunun derinlik dağılımı, potansiyeli, debisi tespit edilebilir, su kaynaklarını tehdit eden doğal ve endüstriyel atıkların tespiti yapılabilir.
Her fırsatta ülkemizi muasır medeniyet seviyesine ulaştırmaktan söz eden yöneticiler 21. yüzyılda hem imza koydukları uluslararası sözleşmelere hem de insan haklarına aykırı biçimde yurttaşlarımızı susuzluğa mahkum etmişlerdir.
Jeofizik Mühendisleri Odası olarak, siyasi otoriteyi ve yerel yönetimleri; su kaynaklarımızın kamu yararı ve milli çıkarlarımız doğrultusunda izlenecek politikalar doğrultusunda korunması ve bilim-teknoloji ışığı altında gerekli tedbirlerin alınması yönünde uyarıyor ve Oda olarak yapılacak çalışmalara her türlü teknik desteği vereceğimizi bir kez daha hatırlatıyoruz.
Saygılarımızla
TMMOB JEOFİZİK MÜHENDİSLERİ ODASI
XI. DÖNEM YÖNETİM KURULU
***
SU SORUNUN GERİSİNDE PLANSIZ GELİŞME ve GÜNÜ KURTARMA STRATEJİLERİ YATMAKTADIR
Büyük kentlerde kriz haline gelen su sorunun gerisinde, uzun süredir izlenen ve AKP hükümeti döneminde en üst noktaya taşınan plansız gelişme yaklaşımı, piyasacı günü kurtarma stratejisi ve gün kurtarılamadığında da, Allah‘a havale etme anlayışı vardır.
Başta Ankara, İstanbul gibi büyük kentler olmak üzere Türkiye‘de su kaynaklarının kullanımında ortaya çıkan ve giderek derinleşen bir krize girmiş bulunuyoruz. Söz konusu kriz karşısında, Ankara Belediye Başkanını sorumlu tutup, istifaya çağıran tepkiler anlaşılabilirdir. Bununla birlikte, daha derinlenmesine ve çözüm gösterici değerlendirmelerin de yapılması durumun aciliyeti ve insan sağlığını tehdit eder niteliği nedeniyle gereklidir. Bu konuda Şehir Plancıları Odası aşağıdaki görüşleri kamuoyu ile paylaşma ihtiyacı duymuştur.
Başta Birleşmiş Milletler ve diğer uluslararası kuruluşların su politikalarına ilişkin önerdikleri stratejilerde ve politika dökümanlarında aşağıdaki hedefler açık biçimde konulmaktadır;
- Yüzey ve yeraltı sularının korunması
- Mevcut su kaynaklarının kirliliğinin önlenmesi ve kalitesinin yükseltilmesi
- Su havzaları temelli bütünleştirilmiş su yönetimi yaklaşımı
- Su kaynaklarının etkin ve verimli kullanımı
- Erişilebilirlik ve adil fiyatlandırma
Aynı başlıklar altında, Türkiye‘de son dönemlerde, su kaynakları konusunda nelerin yapıldığına bakıldığında, içine düşürüldüğümüz krizin ve bugün yaşamakta olduğumuz su sorununun kaynakları açık biçimde görülecektir.
Yüzey ve yeraltı sularının korunması konusunda olumlu gelişme sağlamak bir yana, büyük kentlerin etrafındaki su havzaları sorumlu belediyelerce yapılaşmaya açılmış, bu havzaların hızla kirlenmesine yol açılmıştır. İstanbul örneğinde, Ömerli ve diğer su havzalarına ilişkin bilirkişi raporları ve yargı kararlarına rağmen, yapılaşma devam etmiştir.
Mevcut su kaynaklarının kirliliğinin önlenmesi ve kalitesinin yükseltilmesi açısından bakıldığında, en çarpıcı örnek Ankara Kenti‘nin kurtuluşu olarak gösterilen Kızılırmak suyunun kirlenme düzeyinin ulaştığı boyuttur. Kabul edilebilir sınırların çok üzerinde nitrat ve sülfat oranları bu denli önemli bir kaynağın, gerek tarımsal gerekse endüstriyel üretim sürecinde nasıl kullanılamaz hale getirildiğinin çarpıcı göstergesidir. Bu tür bir kirlenme düzeyi sadece Kızılırmak‘la sınırlı değildir. Örneğin, Yeşilırmak havzası da aynı sorunlarla karşı karşıyadır. Bir yandan tarımda denetimsiz kullanılan kimyasal maddeler, bir yandan arıtma tesisleri bulunmayan (ya da pahalı bulunduğu için kullanılmayan) sanayi tesislerinin nehirlere akıttığı zehirli atıklar, bir yandan da plansız büyüyen yerleşmelerde arıtılmadan nehirlere boşaltılan kanalizasyon ve diğer atıklar su kaynaklarımızın önemli bir bölümünü kullanılamaz hale getirmiştir.
Su Havzaları temelli bütünleştirilmiş su yönetimi yaklaşımı olmadan su kaynaklarının korunması ve bugün bulunduğumuz aşama itibariyle temizlenmesi mümkün değildir. Çünkü, su havzaları üzerinde çok sayıda yerleşme ve kirletici tesis birden fazla ilin sınırı içinde bulunmakta ve bir yerleşmede gösterilen çaba, diğer yerleşmelerden gelen kirlilik devam ettiğinden, anlamsız kalmakta ve kaynaklar boşa kullanılmış olmaktadır. Bütün göstermelik planlar ve çabalara karşın, bütünleşik havza yönetimi konusunda, şu ana kadar atılmış ciddi bir adım yoktur. Bu nedenle koruma-temizleme çabaları göstermelik düzeyde kalmaktadır.
Su kaynaklarının etkin ve verimli kullanımı konusunda en önemli sorunlardan biri kentlerdeki su dağıtım sistemlerinin sağlıksızlığı ve % 30‘ların üzerinde olduğu belirtilen kaçaklardır. Kentlerde yatırım önceliklerini göstermelik yol, kavşak, üst geçit, bahçe düzenlemesi gibi yatırımlara harcayan belediyeler, bu türden zahmetli ve oy getirmediği düşünülen, ancak kentlerin sağlıklılığı kadar, kıt su kaynaklarının etkin ve verimli kullanımını da sağlayan yatırımlardan kaçınmışlardır. Son günlerde içemediğimiz, kullanamadığımız suda adeta boğulmamıza neden olan, ana taşıyıcı boruların patlamasının gerisinde yıllardır ihmal edilen altyapı yatırımları ve giderilmeyen teknik yetersizlikler vardır.
Erişilebilirlik ve adil fiyatlandırma konusunda dikkat çeken en önemli olumsuzluk, lüks nitelikteki, golf sahalarının, otellerin ve belediyelerin kentlerde plansız peyzaj uygulamalarının yol açtığı aşırı su kullanımıdır. Bu türden lüks tüketime yönelik özel bir fiyatlandırmanın bulunmaması ya da etkisizliği, su konusunda yükü kentin çalışan kesimlerine yüklemektedir.
Tüm bu ana politika alanlarında, yapılması gerekenin tam tersini yapan anlayış, gerek merkezi, gerek yerel yönetimler düzeyinde, bugün ortaya çıkan durumun gerçek sorumlusudur. Bu duruma gelinmesinin geri planında ise, son otuz yılda giderek artan biçimde pompalanan ve AKP iktidarı döneminde en üst düzeye ulaşan planlı gelişme düşmanlığı, kısa vadeli girişimci işbitiricilik anlayışı vardır.
Kentlerin su havzalarına konut alanları inşa edilmesine ses çıkarmayanlar, ruhsatsız yapılan ve arıtma tesisleri bulunmayan ya da çalıştırılmayan tesislere göz yumanlar, kentlerin altyapısını yenilemek yerine, göz boyamacı yatırımlara yönelenler krizin gerçek sorumlularıdır. Bu kesimler uzun süredir planlamaya karşı plansızlığı, kuralları olan gelişmeye karşı kuralsızlığı, uzun vadeli yaklaşıma karşı işbitiriciliği savunmaktadır.
Başta AKP‘li belediyeler olmak üzere, belediyelerin önemli bir bölümü, planlı gelişmeyi içselleştirmekten uzak, piyasacı ve anlık çözüm anlayışları ile sorunlara yaklaşmakta ve kentlerimizi büyük felaketlere sürüklemektedir. Bu felaketler ve krizler kendisini en çarpıcı biçimde Ankara, İstanbul gibi kentlerde göstermektedir. Milyonların yaşadığı bu kentlerin rant anlayışına teslim edilerek, plansızlığı ilke olarak benimsemiş çağ dışı yaklaşımlarla yönetilemeyeceği artık göz ardı edilecek boyutlarda değildir. Susuzluğun ortasında, patlayan borular bir belediyecilik anlayışının iflasını simgelemektedir. Kentlerin bilimsel akılcılık ve planlama olmadan yönetilemeyeceği açık hale gelmiştir. Bu anlayışı taşımayanların, Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı‘nın yaptığı gibi, dört milyon insanın sağlığını Allah‘a havale etmekten başka çaresi yoktur.
Bu değerlendirmelerin ışığında, Şehir Plancıları Odası, sonuçları açısından kısa ve orta-uzun vadeli olarak değerlendirilebilecek önlem ve stratejilere ilişkin yaptığı tespitleri, aşağıda sıralamakta, kamuoyu ile paylaşmakta ve yetkilileri acilen göreve davet etmektedir.
Kısa Vadede;
- Başta Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek olmak üzere, ortaya çıkan krizi yaratanlar sorumluluklarını kabul ederek istifa etmelidir. Bu derece ciddi bir krize neden olan kadroların ve siyasilerin kentte yaşayanların geleceğinden sorumlu olmaya devam etmesine izin verilmemelidir. Yapılan görev ihmallerine yönelik olarak, başta Belediye Başkanları olmak üzere, tüm sorumlular hakkında İçişleri Bakanlığı‘nca soruşturma açılmalıdır.
- Büyük kentlerde Kriz Yönetimi Komisyonları kurulmalı ve bu Kurullar‘da Merkezi ve Yerel Yönetim birimlerinin temsilcileri yanında, Üniversiteler‘in ilgili birimlerinden, TMMOB‘nin ilgili Odalarından ve Türk Tabipler Birliği gibi kuruluşlardan uzmanların yer alması sağlanmalıdır. Söz konusunda Komisyonlar hızla bir eylem planı üretmeli ve öncelikler bu eylem planının uygulanmasına verilmelidir.
- Krizi çözmeye yönelik su havzalarındaki kaynaklara yönelirken, bu bölgelerdeki mevcut ekolojik dengeyi gözeten çözümler bulunması zorunluluktur.
- Siyasi kaygılarla, Kızılırmak örneğinde olduğu gibi, daha büyük sağlık sorunları yaratabilecek yollar önerilmemelidir.
- Kentlerde görülebilecek salgın hastalıklar konusunda, hızla örgütlenmeye gidilmeli, Sağlık Bakanlığı, Üniversiteler ve Türk Tapibler Birliği öncülüğünde, alınacak önlemler tespit edilmeli ve hızla uygulamaya konmalıdır.
- Ortaya çıkan krizin yarattığı olumsuzlukların ve fedakârlıkların toplumun tüm kesimlerince adil paylaşımı sağlanmalı ve özellikle alt gelir gruplarının mağdur edilmesi önlenmelidir.
- Giderek büyüyen ve yıllara yayılması muhtemel su sorunu karşısında, gerek su kaynakları, gerek krizin boyutlarına ilişkin bilgiler saydamlaştırılıp, toplumla paylaşılmalı, siyasal kaygılarla, bilgilerin saklanması yoluna gidilmemelidir.
Orta ve Uzun Vadede;
- Su kaynakları konusunda karşı karşıya kalınan durumun inandırılmaya çalışıldığımız gibi 5-6 aylık değil, uzun vadeli ve yapısal bir sorun olduğu kabul edilmeli ve su kaynakları geniş zamana yayılan bir koruma-kullanma dengesi içinde değerlendirilmelidir.
- Kentsel gelişmede doğal kaynakları da hızla tahrip eden piyasacı ve rant mantığına teslim olmuş anlayıştan hızla uzaklaşılmalı, uzun vadeli, bilimsel-akılcı planlama yaklaşımı benimsenmelidir.
- Hızlı kentsel büyümeyi, otomobil kullanımını özendiren ulaşım politikaları hızla terkedilmeli, küresel ısınma ve çevreyi tahrip eden bu anlayışlar yerine, dengeli büyüme ve nüfus dağılımını öngören doğal çevreye ve kaynaklara duyarlı bir kentsel gelişme modeli benimsenmelidir.
- Başta İstanbul olmak üzere, büyük kentlerin daha da büyümesini önlemeye yönelik olarak, sermayenin diğer bölgelere yoğunlaşmasını sağlayacak teşvik ve düzenlemeler yapılmalı, nüfusun ve doğal kaynak kullanımının daha dengeli oluşmasına olanak sağlanmalıdır.
- Su havzalarının bütüncül ve planlı yönetimi benimsenmeli, oluşan yönetim yapıları dar bürokratik kadrolara sınırlanmadan, toplumu temsil eden demokratik kitle örgütlerinin katılımına açık hale getirilmelidir. Bu çerçevede koruma-kullanma dengesini gözetecek biçimde Havza Planlaması etkin ve hızla gerçekleştirilmelidir.
- Su havzalarını kirleten tüm yapılaşmalar ve yarattığı olumsuzluklar ne pahasına olursa olsun planlı bir biçimde ortadan kaldırılmalı, su havzalarına yapılan yapılar yıkılmalı, arıtma tesisi kullanmayan tesislerin çalışma izinleri iptal edilmelidir.
- Halihazırda kirlenmiş bulunan su kaynaklarının temizlenmesi için eylem planları hazırlanmalı ve hızla uygulanmalıdır.
- Tarımsal ve sanayi amaçlı kullanılan ve doğaya zarar veren her türlü kimyasal madde ve zehirli maddenin kullanımına denetim ve sınırlama getirilmelidir.
- Kentsel altyapının yenilenmesine öncelik verilmeli ve su dağıtım sistemleri yenilenerek kaçakların önüne geçilmelidir.
- Su kullanımının temel bir hak olduğu benimsenmeli ve fiyatlandırma ile gelir arasında ilişki kurulmalı en üst düzeyde su tüketen lüks kullanımlara yönelik özel fiyatlandırma ilkesi benimsenmelidir.
Sonuç olarak; insanların yaşamını tehdit eder boyutlara ulaşan sorun karşısında, yetkili kurumları uyarıyor ve sorun içinden tümüyle çıkılamaz hale gelmeden sağduyulu önlemler almaya davet ediyoruz.
Saygılarımızla,
TMMOB Şehir Plancıları Odası
Yönetim Kurulu
***
Kimya Mühendisleri Odası olarak Ankara‘ya Kesikköprü Barajından içme ve kullanma suyu getirilmesi projesi ve bu suyun özellikleri ile arıtılabilirliği hakkında aşağıdaki gerçekleri kamuoyu ile paylaşma sorumluluğunu üzerimizde taşıyoruz. Saygılarımızla bilgilerinize sunarız.
Son söylenecek sözü, DSİ tarafından 2005 yılında hazırlanan bir rapordan kelimesini değiştirmeden aktararak en baştan söylemek yerinde olacak:
"Kızılırmak Nehrinin doğal yapısı itibariyle klorür, sülfat ve sertlik değerleri çok yüksektir. Bu parametreler içme ve kullanma açısından çok önemlidir ve ileri arıtma teknikleri kullanmadan düşürmek mümkün değildir...
Mikrobiyolojik ölçüm sonuçları da Hirfanlı ve Kesikköprü Barajları sularının bakteriyolojik açıdan kıta içi II. sınıf su kalitesinde olduğu ve içme suyu olarak kullanılamayacağını göstermektedir.
Ankara için içme, kullanma suyu planlamalarında bu durumlar göz önüne alınarak varsa Kızılırmak dışındaki seçeneklerin tekrar değerlendirilmesinin yararlı olacağı sonucuna varılmıştır."
Ankara şehri için gelinen bu nokta, konu ile ilgili çeşitli uzmanlığı bulunan mühendislerin temsilcileri olan Odalarımızı zorlamaktadır. Bir tarafta yaşanmakta olan bir susuzluk sorunu bulunmakta ve bunun sıkıntısını tüm Ankara halkı çekmekte, soruna acil çözüm yollarının bulunması gerekmektedir. Diğer tarafta, soruna çözüm olarak sunulan ve hızla ilerlediği belirtilen projenin mevcut acil sorunu çözüyor görünürken, başka sorunlara yol açacağını görüyor olmak ve bu sözde çözüme karşı kamuoyunu uyarma zorunluluğu bulunmaktadır. Ankara halkı, bir çeşit "ölümü gösterip, sıtmaya razı edilme" noktasına getirilmiştir. Ankara‘nın son 14 yılında söz sahibi olan bazı yöneticileri, kendi tercihleri sonucunda gelinen bu noktada, yukarıdaki benzetmeden devamla "sıtmayı" getirmekle övünür hale gelmiştir.
DSİ bünyesinde 2003 yılı Mayıs ayından 2004 yılı Aralık ayına kadar çok çeşitli uzmanlık alanlarından teknik personelin katılımı ile geniş kapsamlı bir proje yürütülmüştür. Hirfanlı ve Kesikköprü Baraj Gölleri ile Kızılırmak‘ta kirlilik özelliklerinin araştırıldığı bu projede baraj göllerinde, fiziksel, kimyasal, biyolojik parametreler izlenirken, barajları besleyen Kızılırmak, Karasu ve Kırşehir Çayında da fiziksel ve kimyasal parametreler izlenmiştir.
Metal iyonları da dahil olmak üzere, toplam çözünmüş katıların bir ipucunu veren iletkenlik değerleri Kesikköprü baraj gölünde TS 266 standardına göre tavsiye edilen değerin çok üzerindedir. Örneğin halen ASKİ internet sitesindeki verilere göre İvedik Arıtma tesisi girişinde iletkenlik 251 (microS/cm) değerinde ve çıkışında 267 iken, Kesikköprü Baraj gölünde bunun 6 katından daha fazla olup ortalama 1541 değerindedir. Toplanmış çözünmüş katıların kurulu olan arıtma tesisindeki teknoloji ile giderilmesi mümkün değildir. Yukarıdaki rakamlar İvedik Arıtma tesisinde toplam çözülmüş katıların temizlenemediğini ve Kızılırmak suyunun da aynı yüksek değerlerle şebekeye verileceğini göstermektedir.
Su sertliğini belirleyen ve içme, kullanma sularının bu bakımdan kalitesi hakkında önemli birer gösterge olan anyon ve katyon ölçümleri aşağıda gösterilmektedir. Örneğin Kesikköprü suyundaki klorür miktarı, Ankara şebekesine şu anda verilmekte olan sudan 40 kat fazladır. Sülfat miktarı 22 kat, kalsiyum miktarı 5 kat daha fazladır.
Parametre (mg/L) İvedik Giriş (ASKİ web sayfası) İvedik Çıkış (ASKİ web sayfası) Kesikköprü
Klorür (Cl-) 6 8 239
Sülfat (SO4=) 15 20 337
Bikarbonat (HCO3-) 104 89 138
Sodyum (Na+) 7,5 8,3 157
Potasyum (K+) 3,1 3,3 6
Kalsiyum (Ca++) 22,8 24 109
Magnezyum (Mg++) 6,32 5,83 44
İvedik Arıtma Tesisi için verilen giriş ve çıkış değerlerine baktığımızda bu katyon ve anyonların da mevcut arıtma teknolojisi ile uzaklaştırılamadığı görülmektedir. Bu iyonlar suyun tadını bozarak içme suyu olarak kullanılmasını güçleştirmektedir. Gerek evsel kullanımda gerekse endüstride, suyun kullanıldığı cihazlarda sorunlara yol açmaktadır.
Bu iyonların arıtılması için yüksek yatırım ve işletme maliyetleriyle anyon ve katyon değiştiricilerin kurulması gerekmektedir. Nitekim, Kızılırmak üzerinde Kesikköprü Barajından sonra yer alan Kapulukaya Barajından su alan Kırıkkale‘nin mevcut arıtma tesisinde, İvedik tesislerinde halen uygulanmayan aktif karbon dozajlaması yapılmasına rağmen, elde edilen su yeterli kaliteyi sağlayamamaktadır. Bu nedenle Kırıkkale Belediyesi yeni yatırım yaparak ileri teknoloji arıtma tesisi kurma kararı almıştır.
Bu suyun kullanımında ısrar edilmesi durumunda ya Ankara Belediyesi yeni bir yatırımla ve elbette gecikmeli olarak bu tesisleri kuracak ve bunun maliyetini Türkiye‘nin şimdiden en pahalı suyunu kullanan Ankara halkının faturalarına yansıtacaktır ya da Ankaralılardan ekonomik durumu elverenler içme suyu olarak ambalajlı su satın alacak, çamaşır ve bulaşık makinelerinde katkı maddeleri kullanacak veya evlerine bireysel arıtma üniteleri kuracaktır. Ekonomik durumu elvermeyenlere belediye tarafından "yardım" yapılıp yapılmayacağını henüz bilmiyoruz. Bu "yardım" konusu ise insanın aklına, önce yardım gerektiren ortamı yaratıp sonra da bu ortamdan "korumak" bahanesi ile menfaat sağlayan bazı yapılanmaları getiriyor nedense.
Yukarıda çeşitli alıntılar yaptığımız DSİ raporunda Kesikköprü Barajının suyu bilimsel yöntemlerle ve evrensel kabul gören bilimsel sınıflandırma yöntemi ile aşağıdaki şekilde sınıflandırılmaktadır.
- Fiziksel parametreler yönünden 3. sınıf
- Organik parametreler yönünden 1. sınıf
- İnorganik parametreler yönünden 3. sınıf
- Bakteriyolojik parametreler yönünden 2. sınıf
Suyun bakteriyolojik parametrelerinin iyileştirilmesi için de yeni arıtma yatırımları gerekmektedir. İvedik tesislerindeki mevcut teknoloji ile klorlama dozunu artırarak bakteri kirliliği yükünü etkisiz hale getirmek ilk bakışta bir çözüm olarak görülebilir. Ancak, dezenfektan olarak kullanılan klor, su içindeki organik bileşiklerle kanserojen nitelikte kompleksler oluşturduğu için batı ülkelerinde klorlama yönteminden ozonlama veya ultraviyole ışınla dezenfeksiyon gibi yöntemlere geçilmektedir. Bu teknolojiler de İvedik tesislerinde yoktur ve yeni yatırımla kurulması gerekmektedir. Yoksa, Ankara Belediyesi insanları ya kısa vadede bakteriyel enfeksiyon ya da uzun vadede kanser olma riskiyle karşı karşıya bırakmak zorunda kalacaktır.
Kesikköprü Barajından Ankara‘ya su getirilmesi bir zorunluluk olmayıp tamamen Ankara Büyükşehir Belediyesi‘nin yapmış olduğu tercihlerin bir sonucudur. Bu tercihlerin bilinçli mi, bilinçsiz mi yapıldığının ve hangisinin daha kötü olduğunun takdirini kamuoyuna bırakıyoruz.
İçme ve kullanma suyu planlamaları su talebi " nüfus artışı ilişkisine göre uzman mühendisler tarafından önceden hesaplanır. Ankara İçme ve Kullanma Suyu Planlaması 1968 -1969 yıllarında DSİ tarafından hazırlattırılmış ve plan bir kez 1989 ve bir kez de 2000 yılında revize edilerek devreye sokulmuştur.
Bu Master Plan doğrultusunda yapılan etüt çalışmaları neticesinde Ankara‘nın su kaynakları olarak kentin kuzey/kuzeybatı yönündeki su kaynaklarının değerlendirilmesi görüşü ortaya çıkmış ve planlama bu şekilde yapılmıştır. DSİ tarafından 1995 yılında yaptırılan revize raporda Ankara Su Temini Projesi Işıklı-Gerede Sistemi Revizyon projesi kabul edilerek onaylanmıştır. Işıklı Baraj projesi halen ASKİ internet sitesinde sayfasında Ankara‘nın su kaynakları arasında gösterilmektedir. Bu planlama raporunda Ankara‘nın su sorununun, sistemin 2003 yılında devreye girmesi ile 2037 yılına kadar çözümlenebileceği belirtilmiştir. Kurulmuş olsaydı Gerede sisteminden alınacak su yıllık 230 milyon m3 idi.
Gerede Sisteminin maliyeti yaklaşık 240 milyon dolardır. 03.07.1968 tarihli ve 1053 sayılı Ankara, İstanbul ve Nüfusu Yüz Binden Yukarı Olan Şehirlerde İçme, Kullanma ve Endüstri Suyu Temini Hakkındaki Yasa ile bu şehirlerin içme suyu projeleri ve inşaatlarını yapma yetkisi DSİ Genel Müdürlüğüne verilmiştir. DSİ Genel Müdürlüğünün bu yetkiyi kullanabilmesi için o ilin Belediye Meclisinden karar çıkartılması gereklidir. Ankara Büyükşehir Belediyesi Gerede sisteminin ihale edilip yapılabilmesi için bu kararı şimdiye kadar çıkartmamıştır. Yani, Gerede sistemi tercihi Ankara‘nın susuz kalması pahasına bilinçli olarak kullanılmamıştır. Görüleceği üzere Ankara halkı susuzluğa ve kullanılmaması gereken Kızılırmak suyunu kullanmaya mahkum edilmiştir.
Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile DSİ Genel Müdürlüğünün bu konudaki yaklaşımı da şüphe uyandırmaktadır. Bu iki kurum durumu bilmesine rağmen gerçeği halktan gizleyerek suç işlemişlerdir. DSİ Genel Müdürlüğünün kendi yürüttüğü çalışmanın aksi yöndeki sonucuna rağmen basın toplantısında kullanılmak üzere Sn. Gökçek‘e "Kızılırmak suyunun kullanılmasında herhangi bir sakınca olmadığına dair" yazılı belge vermişlerdir.
Yaşanan bu gelişmeler sonucunda Ankara Büyükşehir Belediyesi Ankara İçme ve Kullanma Suyu Master Planında 2037 yılından sonrası için düşünülen kaynaklardan birisi olan, diğer kaynaklara göre sıralamadaki yeri neredeyse tercih sırasına göre en sonda bulunan Kızılırmak suyunu devreye sokmuştur. Bu planda 2037 yılına kadar yukarı Kızılırmak havzasında önemli kirlilik kaynağı olan illerin atıksu arıtma tesislerini kurmasıyla Kızılırmak‘ın kirlilik yükünün azalacağı ve içme suyu arıtma teknolojilerindeki gelişme ile Kızılırmak suyunun daha kolay arıtılabileceği öngörülmüştür. Oysa şu ana kadar yalnızca Kayseri kentinin atıksu arıtma tesisi devreye girmiştir. Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı, planlamanın en sonundaki uygulamayı şimdiden gerçekleştirmeyi önemli bir başarı gibi yansıtmaktadır. Eğer bu bir başarıysa, bir yaşındaki çocuğa yarış bisikleti alıp, bir de binmeye zorlamak gibi bir başarıdır.
KİMYA MÜHENDİSLERİ ODASI
YÖNETİM KURULU
***
SU KESİNTİLERİNİN SORUMLUSU, SU YÖNETİMİNİ BİLMEYEN SİYASAL İKTİDARLAR VE SORUMSUZ YEREL YÖNETİCİLERDİR
Örnek bir kent olması gereken başkent Ankara, bugünlerde yaşamsal bir sorunla karşı karşıya kalmış ve kent sakinleri yerel yöneticilerin yarattığı su kriziyle baş başa bırakılmıştır.
Her şeyden önce bugün yaşanan sorunun kaynağı asıl olarak kuraklık değil, özellikle aklı, planı, bilimi, mühendisliği bir kenara iten, uzman kuruluşların ve meslek odalarının görüşlerini dikkate almayan, popülist, günlük çözüm üretebilen, faydacı bir yönetim tarzını benimseyen siyasal iktidarlar ve yerel yönetimler ve yöneticilerdir.
Ankara‘nın bugün uzun süreli su kesintilerine başlamış olmasının sorumlusu doğrudan küresel ısınma değil, Ankara Büyük Şehir Belediyesi ve dolayısıyla ASKİ dir.
Ankara‘ya içme ve kullanma suyu sağlayan Çubuk-2, Kurtboğazı, Çamlıdere, Eğrekkaya, Akyar ve Bayındır barajlarının aktif rezervuarları (toplam Kapasiteleri) 1 milyar 509 milyon 319 bin metreküp olup, halen 66 milyon 700 bin metreküp toplam kullanılabilir su miktarı kalmış durumdadır. Barajlara halen 300-400 bin metreküp su girişi olmakta, bu miktarda ancak buharlaşmaya karşılık gelerek bir katkı sağlamamaktadır Ankara‘nın günlük su kullanımının 800- 900 bin m3 olduğu düşünüldüğünde ve bütün barajlar tamamen dolduğunda Ankara‘ya 5 yıl yetebilecek kapasitede oldukları görülmektedir. Bu barajlara yılda ortalama gelen su miktarının özellikle son 2 ,3 yıldır yağışların yetersizliğinden dolayı yıllık ihtiyacın altında olduğu ve mevcut rezervlerden tüketildiği de bir gerçektir. Ancak bir gerçek daha var ki, daha 1968 lerden başlayan, 1995 lerde de tekrarlanan DSİ Ankara İçme Suyu Master Planlarında Ankara‘nın 2050 yılına kadar olan su ihtiyacının nasıl karşılanacağı planlanmış ve 2027 yılına kadarda Gerede- Işıklı projesinin hayata geçirilmesi ile soruna çözüm bulunacağı öngörülmüş, Kızılırmak ise 2027 yılından sonra alternatifleriyle birlikte yedekte tutulmuştur. Ancak bütün bu veriler bilinmesine karşın son 15 yılda yeni yerleşim alanlarının ortaya çıkması (örneğin batıkent, çayyolu, eryaman, elvankent, fatih vb..semtler.) dikkate alınmamış, Ankara Büyükşehir belediyesi ve ASKİ popülist politikalarla köprülü kavşaklarla yada kent rantı üretmekten başka bir şey yapmamıştır. Dolayısıyla bugün Ankara‘nın yaşadığı sorunun baş mimarları Melih Gökçek ve ASKİ dir.
Gerede- Işıklı projesi başlangıçta, Gerede‘den yani Batı Karadeniz havzasına dökülen Gerede suyunun pompajla Çamlıdere barajına basılmasını içeriyordu ve projenin birinci aşamasının 2003 yılında tamamlanması planlanmıştı. Proje DSİ tarafından bir protokolle ASKİ‘ye devredildikten sonra yaklaşık 30 km.lik.tünel vasıtasıyla Çamlıdere barajına aktarılması şeklinde yeniden planlandı. Ama ne yazık ki proje değişikliğinden başka ASKİ tarafından bu güne kadar Gerede Işıklı sistemi ile ilgili hiç bir şey yapılmamıştır ve bunun nedenini de ASKİ ye Büyükşehir Belediyesine sormak gerekiyor.
ASKİ Genel Müdürlüğü‘nün son zamanlarda, asli görevi olan su ve kanal işleri yerine, kuruluş yasasına aykırı olarak köprülü kavşak ve yol yapımı işlerinin asıl faaliyet alanı olması, bu gecikmenin ana nedenlerinden biri olmuştur. ASKİ nin bu işlere 350 milyon dolar harcadığı, oysa Gerede sisteminin birinci aşaması tesisleri için 238 milyon doların bile yeterli olacağı ifade edilmektedir.
ASKİ görev gereğini yerine getirmediğinden DSİ master planda Gerede sisteminden sonra hayata geçecek en son ve yedek proje olan Kızılırmak Projesini devreye sokmak durumunda kalmıştır. Kızılırmak projesinde de iki önemli sorun bulunmaktadır. Birincisi sülfat oranının yüksek olması ve ağır metaller içermesi nedeniyle, önemli sağlık sorunlarını getirebilecek olması ve ikincisi ise, yaklaşık 500 metre gibi bir kot farkının bulunması nedeniyle maliyetinin yüksek olmasıdır.
Ankara‘daki arıtma tesisleri bu nitelikteki bir suyu arıtacak teknik özelliklere sahip değildir ve sülfatlı ve ağır metalli Kızılırmak suyunu arıtmaya yönelik olarak ta yeni bir arıtma sistemi oluşturulması düşünülmemektedir. Sonuç olarak, Kızılırmak suyunun Ankara‘ya getirilmesi, eğer bulunursa diğer baraj suları ile karıştırılsa dahi, önemli sağlık sorunlarının yaşanmasına yol açacak, Ankara içilebilir su olanağından mahrum kalabilecek ve yüksek fiyatla sadece kullanma suyuna mahkum edilmiş olacaktır.
ASKİ nin su krizinde payı olan bu güne kadar yapmış olduğu hatalar bununla da bitmemektedir.
Ankara yeraltısuyu potansiyeli kent içindeki yeşil alanları park bahçeleri sulamaya yetecekken, ASKİ bugüne kadar bu alanlarda arıtılmış içme suyu ile sulamıştır. Bu amaçla yapılan sulamaya harcanan miktar, tahminen yıllık 35 - 40 milyon metreküptür ve bu da Ankara‘nın yaklaşık 1.5 aylık içme suyu miktarıdır. Yıllardır Ankara‘nın içme suyu başka imkanlar varken yeşil alan sulaması için kullanılmış ve önemli bir kaynak israfına sırf plansızlıktan yol açılmıştır. Sadece son 5 yılda yeşil alan sulaması yer altı sularından yapılsaydı, Ankara bugün su kesintisi ile karşı karşıya kalmamış olacaktı. Diğer taraftan ASKİ, şehir suyu ile şahıs yeşil alanlarının sulanmasını yasaklarken, vatandaşa doğrudan veya özel şirketler aracılığıyla fahiş fiyattan su satmaya başlamış, adeta fırsatçı bir ortam yaratarak vatandaş mağdur edilmiştir.
ASKİ, Ankara‘nın yer altı su potansiyelini geliştirmeye, korumaya yönelik çalışmaları yeterince yapmamıştır. Ankara ve yakın çevresinde içme suyuna büyük oranda katkı sağlayacak kalite ve miktarda yer altı suyu bulunmamaktadır. Ancak, var olan kaynakları da en verimli ve optimum olarak değerlendirmek gerekirken, kriz anında devreye sokulabilecek yeni kuyu açılması ve mevcut kuyuların korunmasına yeterince özen gösterilmemiştir. Kazan ilçesi civarında açılan mevcut su kuyuları yeniden elden geçirilerek ilave kuyular açılmalıdır. Bu alanda faaliyet gösteren kum ocakları yer altı su akiferini yok etmek üzeredir. Yıllardır bu olumsuzluğa göz yumulmaktadır, derhal önlem alınması gerekmektedir.
Ankara yeraltı suyunun bir bölümü kenti boydan boya kateden doğu batı yönlü Ankara çayı alüvyonundan sağlanmaktadır. Ankara çayı ise bilindiği gibi, arsenik, cıva ,kurşun kadmiyum, gibi insan sağlığını tehdit eden zehirli ağır metaller ve organik kirlenmeye maruz bırakılmış ve kanalizasyon sistemine dönüşmüştür. Kanalizasyon sistemini Ankara çayından tamamen tecrit etmek ve bir an önce temizlenmesi, rehabilitasyonunu için uzun vadeli çalışmalar başlamak gerekmektedir. Bu, öncelikle halk sağlığı açısından önemlidir ve yeraltı suyunun korunması yönünden de gereklidir.
Mücavir alan sınırlarının yasa ile genişletilmesi ile bir çok ilçe, belde ve köy Büyükşehir belediye sınırları içine dahil olmuştur. Bu yerleşimlerin su ihtiyaçlarının mümkün olduğunca bulunduğu bölgedeki yeraltısuyu ve yüzeysuyu kaynaklarından karşılanması öncelik olması gerekirken, ASKİ tarafından şehir şebekesinin bu bölgelere genişletilmesi tercih edilerek mevcut potansiyelinde yetmemesine yol açılmıştır.
Ankara Büyükşehir Belediyesi, su tasarrufu ve bilinçli su tüketimi konusunda da sınıfta kalmıştır. Eğitim verilmesi gerekirken; konu, hali yıkama, araba yıkama, çim sulama gibi basit yasaklayıcı bir konuya indirgenmiştir.
Suların da bir gün çeşitli nedenler ile tükenebileceği gerçeğinden hareketle insanlarda "su tasarrufu" bilinci oluşturulmalıdır. Bu kültürü oluşturma ve geliştirme adına içme, kullanma, sulama, endüstri vb. her alanda, toplumsal su eğitimine önem verilmelidir
Bu tablo karşısında Başkent Ankara‘nın karşılaşabileceği kuraklığın bir afete dönüşmemesi için; aklı, planı, bilimi, mühendisliği temel alıp, uzman kuruluşların ve meslek odalarının görüşlerini dikkate alan politikalar geliştirilmeli; jeolojik-hidrojelojik araştırmalara göre geliştirilmiş projeler planlama ile hayata geçirilmeli ve popülist, günü kurtaran, faydacı bir yönetim tarzı terk edilmelidir.
UNUTMAYALIM KI SULARIMIZ SORUNLU VE SONLUDUR.
Saygılarımızla.
TMMOB
JEOLOJİ MÜHENDİSLERİ ODASI
***
İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI‘NDAN GÖKÇEK‘E ÇAĞRI:
İSTİFA ERDEMDİR; BİR GÜN BİLE O KOLTUKTA OTURMAYIN!
Ankara‘da su kesintileri başladı. Kente dönüşümlü su veriliyor. Kenti besleyen barajlardaki su seviyenin düşmesi nedeniyle bazı kentlerimizde de kimi önlemler alındı ama yalnızca Ankara‘da kesintiye gidiliyor. Kesintiye gidilmesinin, su tasarrufu sağlayıp sağlamayacağı noktasında farklı görüşler bulunsa da Ankara Büyükşehir Belediyesi‘nin bu konuda kelimenin tam anlamıyla sınıfta kaldığı açıktır.
Ankara kent yönetimi ne yazık ki ufku dar, geleceği görmekten aciz, yanlış yatırımlara yönelen bir anlayışın hâkimiyetindedir. Bugün yaşadığımız sorun ve sıkıntıların kaynağı bu noktadır. Ankara Melih Gökçek‘in işbaşında kaldığı dönemde kültürel zenginliğinden, rahat ve yaşanılması en kolay büyük kent olma özelliğinden hızla uzaklaşmış, su kesintisiyle birlikte adeta büyük bir köy haline gelmiştir.
Ankara‘yı su kesintisi noktasına sürükleyen süreçle ilgili belge ve bilgiler gün yüzüne çıktıkça, nasıl basiretsiz bir yönetim anlayışıyla karşı karşıya kaldığımız daha net anlaşılmaktadır. 2 Ağustos 2007 tarihli Hürriyet gazetesinde yayınlanan belge, Ankara‘nın susuz bırakılmasının nedenini resmeden önemdedir. Bu belge, hem Ankara kent tarihinde hem de Melih Gökçek‘in kişisel öyküsünde alacak kara bir leke olarak kalacaktır.
Hürriyet gazetesinde yayınlanan belgede DSİ Genel Müdürlüğü‘nün analiz ve öngörüleri çerçevesinde önerdiği İçmesuyu 2. Merhale Projesi‘ndeki gecikmenin, bizzat Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek‘in suyu öncelikli yatırım olarak görmemesinden kaynaklandığını gösteriyor. DSİ‘nin görüşü doğrultusunda Hazine Müsteşarlığı‘ndan gelen yatırım teklifine Gökçek‘in, "Borç stoklarımızı arttırmak istemiyoruz. Bizim önceliğimiz içmesuyu değil, metro projesi. Finansman kaynaklarımızı öncelikli projemiz olan metroya ayıracağız" şeklinde yanıt verdiği anlaşılıyor.
Gökçek şimdi kendi hatasını, "Allahın işi, yağmur yağmadı" diyerek ört bas etmeye, sorumluluktan kurtarmaya çalışmakta, telafisi mümkün olmayan sonuçların açığa çıkmaması için, okulların geç açılması gibi tuhaf önerilerde bulunmaktadır.
Gökçek, Ankara‘yı susuz bırakmasının bedelini ödemek zorundadır. Hürriyet gazetesinin ortaya çıkardığı ibret belgesini karartmak, yok saymak olanaksızdır. Gökçek kente, kentliye karşı suç işlemiştir. Susuzluğun olumsuz sonuçlarının vebali ağır olur. Gökçek‘in paniği bu yüzdendir. Gökçek‘in yapacağı tek şey, hemen istifa etmektir. İstifa erdemdir; bir gün bile o koltukta oturmaması gerekmektedir.
TMMOB İNŞAAT MÜHENDİSLERİ ODASI
***
SU KRİZİNİ YARATANLAR ÇÖZÜMÜ SU KAYNAKLARINI SATMAKTA BULDULAR
Ülkemiz yıllardır krizlerle yaşamaktadır. Hiç beklemediğimiz bir anda yeni bir krizle karşılaşırız ve bunu da doğaüstü güçlere yükleyerek beklenmedik bir durumdu diyerek kamuoyuna anlatmaya başlarız. Çözümünde ise kamu eliyle bu işlerin olmadığı ve satıldığında hizmetlerin daha kaliteli ve ucuz olacağı söylemleri ile yeni kandırma politikalarının temelini oluşturup her şeyimizi pazara çıkarız. Bu politikalar her alanda hızlı bir şekilde devam etmektedir. Son olarak nehirlerin satılmasını da gündeme alınmıştır.
Biz üç yıl önce su savaşlarının bildiğimiz anlamda savaşlar olmayacağını, su savaşlarının kağıt üzerinde yapılacağını söylemiştik. İşte söylemlerimizin kanıtı; stratejik öneme sahip en önemli varlıklarımızdan biri olan suyun kontrolünü yabancı şirketlere bile devretmekten çekinmiyoruz. Anlaşılan savaşlara gerek kalmayacak. Savaşlara gerek kalmadan da her yer satılabiliyormuş.
Ülkemizde bu yıl yaşanan su azlığı doğrudan kuraklığa bağlanarak su üzerinde oynanan oyunlar gizlenmeye çalışılmaktadır. Bölgeler arasında farklılıklar bulunmakla birlikte, ülkemizin kendisine yetecek kadar suyu vardır.
Barajlar ve göletler sulak periyotta suyun depolanarak kurak periyotta kullanılması amacıyla inşa edilmektedir. Burada önemli olan bu tesislerin işletilmesinde kaynakların ve taleplerin öncelik durumlarının değerlendirilmesidir. Büyük şehirlerimizden, özellikle Ankara ve İstanbul‘da su tüketimi fazladır. Ancak bu tüketim kasıtlı olarak yıllardır suyun sokaklara akıtılmasıyla had safhaya ulaşmıştır. Geçen yıl bu tarihlerde, park ve bahçe sulaması adı altında gelişigüzel sulamalar nedeniyle, yol kenarlarında (bazen yolların ortasında) küçük derecikler oluşturan sular, bu yıl evimizde kullanmamız gereken sulardı. Bu gerçeği kamuoyundan saklamak isteyenler bütün sorumluluğu iklim değişimine yüklemiş durumdalar. Bu yıla benzer yağış azlığını 2001 yılında da yaşadık. Ancak 2002 yılında ise yağışlar bu açığı kapattı. Yağışlar yıllar itibariyle benzer değişkenlikler gösterebilirler. Burada önemli olan yağışın az olduğu dönemlerde geçmiş yıllarda biriktirilmiş suyun kullanılmasıdır.
Nehirleri satışa çıkaranların, su kıtlığını kasıtlı mı yarattıkları sorusu akıllara takılmaktadır. Çünkü susuzlukla boğuşan halka çözüm nehirlerin satılmasındadır diyebilmektedirler. Suyun etkin ve çevre ile uyumlu kullanılması havza bazında planlama ve yönetimi ile mümkündür, nehirlerin satışıyla değil. Şimdi soruyoruz;
- Su yapılarının satılması durumunda para kazanma hırsı ile hareket edecek olanlar bu durumda nasıl davranacaktır?
- Sınır aşan sular, ülkeler arasında her zaman stratejik öneme sahiptir. Bu konuda yapılmak istenen ortadoğudaki İsrail planlarının yaşama geçirilmesinin başka bir yolu mudur?
- Mevcut barajlara gelecek sulardan alınacak su bedeli enerji fiyatlarına nasıl yansıyacaktır?
- Suyu kısıtlı olan bölgelerde sulama için ayrılacak miktarda iletim ve dağıtım yatırımlarının önceliğinde ilk kaynağa yakın yerlere öncelik verilmesi kaçınılmaz olmayacak mıdır?
- Kuraklığı gerekçe göstererek, satışla birlikte yeni barajların yapılacağı ve işletilerek bunun finans edileceği belirtilmektedir. Ülkemizde bir çok havzada baraj ve gölet yapılacak yerler kalmamıştır. Peki bu durum, yeni baraj ve göletlerin, önceden yapılmış olan baraj ve göletlerin suyunu alacağı anlamına gelmeyecek midir?
Ülkenin borcunu kapatmak için buralardan elde edilecek gelirlerin kullanılacağı söylenmektedir. Oysa toplamda 408 milyar Dolar borcun ödenmesi için buradan elde edilmesi düşünülen 3.1 milyar dolardır. Bu miktar 49 yıla bölündüğünde, nehirlerin satışından yıllık sadece 63 milyon dolar gelir elde edilecektir. Bu gelirin de göstermelik olduğu ve bununla da diğer kamu alanlarının satılmasında olduğu gibi hiç bir borcun kapatılamayacağı açıktır. Bunlar sadece birer kandırmacadır.
Siyasi iktidarlar yönetmek ve daha iyi yönetmek için aday olurlar. Ancak görünen gerçek bu iktidarlar yönetmek için değil satarak başkalarına yönettirmek için adaylar. Kaynaklar ve üretim araçlarını ellerine alanlar her durumda kendi çıkarlarını koruyarak sömürülerine devam etmektedirler.
DÜNYA SU FORUMU toplantıları dünya su pazarının alt yapısını oluşturmak amacıyla yapılmaktadır. 2009‘da Türkiye‘de yapılmasının nedeni de Türkiye‘deki suların pazarlanmasını sağlamak içindir. Görünen odur ki, 2009 Su Forumu başlamadan dünyanın dört bir yanından gelecek delegelere ülkemizdeki başarılarını göstereceklerdir.
Sonuç olarak su kaynakları üzerinde oynanan oyunlar devam ediyor. Su kaynaklarımıza olduğu gibi el konacaktır. Su hakkı diye bir şeyden söz edilemeyecektir. Suya bağlı tarımsal üretim ve enerjimiz bundan olumsuz olarak etkilenecektir.
Herkesi ülkemizin su kaynaklarına sahip çıkmaya çağırıyoruz. Suyumuz özellikle yabancıların kontrolüne bırakılamayacak kadar değerlidir ve Ülkemiz için iklim değişimi senaryoları dikkate alındığında, 15 -20 yıl gibi yakın bir gelecekte çok daha önem kazanacaktır. Petrolden sonra emperyalizmin yeni hedefi sudur. Suyumuza sahip çıkmak için yarın çok geç olabilir.
Saygılarımızla
TMMOB
Meteoroloji Mühendisleri Odası
En Çok Okunanlar
- PEYZAJ MİMARLIĞI HİZMETLERİ EN AZ BEDEL HESABI, ARTIK ODAMIZ OTOMASYON SİSTEMİ ÜZERİNDEN ÜYELERİMİZİN HİZMETİNE AÇILDI /2010 Okunma Sayısı:36198
- MESLEKİ DENETİM UYGULAMASI /2007 Okunma Sayısı:35443
- SÖZLEŞME ÖRNEKLERİ /2007 Okunma Sayısı:34680
- BÜRO TESCİL BELGESİ (BTB) ALMA KOŞULLARI /2007 Okunma Sayısı:34477
- KAMU İHALE KURUMU HÜKÜMLERİ GEREĞİ İŞ BİTİRME BELGESİ İLE İLGİLİ BİLGİLENDİRME /2008 Okunma Sayısı:33484
- MESLEKİ TANINIRLIĞIMIZDAKİ EN ÖNEMLİ ADIM /2006 Okunma Sayısı:33256
- SÖZLEŞMELİ/ÜCRETLİ PEYZAJ MİMARI ASGARİ ÜCRETLERİ /2011 Okunma Sayısı:31604
- KEŞİF-METRAJ VE İHALE DOSYASI HAZIRLANMASI /2009 Okunma Sayısı:29608
- TESCİLLİ PEYZAJ MİMARLIĞI BÜRO VE ŞİRKETLERİ 2009 /2009 Okunma Sayısı:27087
- KURAKLIK PEYZAJI /2007 Okunma Sayısı:19881