TMMOB Peyzaj Mimarları Odası
TMMOB
Peyzaj Mimarları Odası
UCTEA CHAMBER OF LANDSCAPE ARCHITECTS

ROPÖRTAJ: İŞGAL YASASI TÜM ÜLKEYİ SATIŞA ÇIKARIYOR

MERKEZ
03.12.2008

İŞGAL YASASI TÜM ÜLKEYİ SATIŞA ÇIKARIYOR

(Bu röportaj 09.04.2007 tarihli haber.sol.org.tr sitesinde yayınlamıştır. http://arsiv.sol.org.tr/?yazino=9740)

Dönüşüm alanları hakkında kanun tasarısı TBMM Genel Kurulu‘nda görüşülmek üzere gündeme geldi. Önce gece kondu ve afet/deprem riski olan alanları kapsayan yasa, bu haliyle imarlı ya da imarsız, binalı ya da binasız her türlü arsa ve araziler, bunların üzerinde bulunan kayıtlı veya kayıtsız yapıları kapsıyor ve böylece tüm ülke toprakları büyük bir yağmaya açılıyor. Peyzaj Mimarları Odası Genel Sekreteri Redife Kolçak ile Rantsal Dönüşüm Yasası hakkında görüştük...

soL: Dönüşüm Alanları Hakkında Kanun Tasarısı bize ne söylüyor?
Redife Kolçak:
Tasarı en başında kentsel dönüşüm olarak tasarlandı ve bu projelerin sonuçlarının ciddi bir rant kapısı olduğu fark edildiğinde kentsel dönüşüm adını sadece dönüşüme bıraktı. Kent ve kır ilişkisinin tamamen iç içe sokulduğu bir tasarı halini aldı. Konuya dair açıklamalarda sağlıklı bir imar düzeninin kurulabilmesi amacıyla bu yasa tasarısının hazırlandığı söylendi ancak yasanın içerisine girdiğinizde çok net gördüğümüz bir şey vardı o da artık bütün arazilerin fark gözetmeksizin dönüşüm projelerine açılmasıydı. İşte şimdi yasa bize bunu söylüyor; Sahibi olmayan alanlar yani ovalar, akarsular, vadiler ve tüm ekolojik canlı hayatının bulunduğu alanlar ile kamu alanı dediğimiz meralar, kışlaklar, yaylalar ve korunan alanlar bunların hepsi dönüşüm alanı içine dahil ediliyor. Bu da imarlı veya imarsız bütün ülke toprağının satılabilirliğini ifade ediyor.

Peyzaj Mimarları Odası‘nın konuya bakış açısı nedir?
Bu yasa bizim, Peyzaj Mimarları Odası (PMO) olarak, doğal ve kültürel tüm alanlardaki ülke toprağını korumak ve kullanım dengesini ilke edinen meslek disiplini anlamında yakından takip ettiğimiz bir yasaydı. Yasa tasarısı Genel Kurul‘a geldiği anda tüm üyelerimize şu duyuruyu yaptık: Bu memlekete sahip çıkalım ve bu işgal yasasına dur diyelim. Genel Kurul‘a kadar gelmiş ve artık yasalaşmak üzere olan bu işgalden halkın da haberinin olması gerekiyordu. Çünkü bu yasa aynı zamanda 4. maddesiyle bugüne kadar üstünde hassasiyetle durduğumuz ve korunması için çaba sarfettiğimiz alanları gözeten kanunları da devreden çıkarıyor. Orman Kanunu, Kıyı Koruma Kanunu, Boğaziçi Kanunu, Milli Parklar Kanunu, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanunu, Çevre Kanunu, Maden Kanunu, Toprak Koruma ve Arazi Kullanım Kanunu ve Mera Kanunu bu yasayla tamamen devre dışı bırakılıyor. Kontrol dışına alınan tüm alanlar böylece konut, ticaret, sanayi, rekreasyon ve diğer rant sağlanacak yatırımlara açık olacak. Şimdi bu işgal yasası değil de nedir? Bu, sermayenin önünün açılışının yasası değil de nedir?

Bu yağma yasasının etkileri neler olabilir biraz bahseder misiniz?
Bu yasayı çıkarmaya çalışanlar ilkelerini çok net koyuyorlar. Bu netlikte biz de neler yaptıklarını ve daha neler olabileceğini net olarak görebiliyoruz. Yasada dönüştürülecek alanlara neler yapılacağı açıkça yazıyor; konut, ticaret, sanayi ve yatırımlar deniyor. Bu, bütün doğal kaynaklarımızın olduğu alanları, kamu alanlarını kontrolsüz olarak sermayeye sunmak demek. Oysa ki bir yerleşim bölgesinde şehirleşme, kentleşme denen çalışma öncelikle doğal kaynakların envanterine göre yapılmalıdır. Çünkü o ülke insanlarını gelecek yıllara ve hatta sonsuza kadar taşıyacak olan kaynak doğal kaynaklarımızdır. Orman alanlarının, çayır-mera alanlarının, su kaynaklarının yeterliliği ve konumu yerleşim planlamasında asıl belirleyicidir.

Kamu kurumlarının konrolü ortadan kalkarsa?
Dönüşüm Alanları Hakkındaki Kanun (biz kısaca işgal yasası diyoruz artık) ile ilgili kamu kurumlarına verilen planlama ve uygulama yetkileri durduruluyor ve sadece görüş vermeyle sınırlandırılıyor. Böylece kamu denetimi ortadan kalkıyor yani hiçbir şekilde bizim bu alanlara ilişkin bir denetim mekanizmamız kalmıyor. Ayrıca yasanın 3‘üncü maddesinin e bendinde proje ortaklığı diye bir madde çıkıyor karşımıza. Böylece idare dahil kamu kurumu ve kuruluşlarının iştirakleri ile proje alanında taşınmaz sahibi olsun veya olmasın, gerçek veya tüzel kişilerin dönüşüm amaçlı imar plan kararlarına uygun olarak hazırlanan projelere dahil olması sağlanıyor.

Buna bir örnek vermek istiyorum. Bu örneğimle PMO‘nun bu yasaya neden bu kadar çok tepkili olduğunu, neden teslimiyet ve işgal yasası olarak adlandırdığını ve topraklarımızın koşulsuz biçimde sermayeye devri olarak gördüğümüzü anlatmış olacağımı düşünüyorum.

Marmaris bir iç koy ve orada bir feribot limanı ve işletmecisi var; Marmaris Tanıtım A.Ş. Bu firma Çevre ve Orman Bakanlığı‘na müracaat ediyor ve diyor ki, feribot limanına şu anda bir feribot yanaşmakta ama biz iki feribot yanaştırmak istiyoruz, böylece bu alandaki turizm gelirlerimizi artırmak istiyoruz. Bakanlığa raporlarında turizm gelirleriyle ilişkin inanılmaz bir tablo sunuyorlar. Marmaris limanının genişletilmesine ilişkin bir proje de sunuyorlar. Bu projenin yapımından ve uygulanmasından Marmaris Liman A.Ş.‘nin, finansmanından da kendilerinin sorumlu olacağını söylüyorlar. Bu yasa artık onların istediklerinin kesinlikle gerçekleşmesini sağlayacak yasadır. Planlama ve uygulama yetkisi bu yasa ile durdurulmaktadır, Aslında daha yasa kabul edilmeden önce bazı yönetmeliklerle de bu aşamaya gelinmiş. Bölgede duyarlılık gösteren insanlarımızın ya da kurumlarımızın bu olayın üzerine daha fazla gitmemesi için yönetmeliklerle çeşitli önlemler alınmış bile. PMO bu noktada müdahale ediyor ve hükümet de bu yasayla bu işi ve benzerlerini garanti altına almak istiyor.

Kamu denetiminden uzakta özel firmaların talepleri doğrultusunda kullanıma sunulan kamu alanlarından bahsediyorsunuz. Marmaris örneğini alırsak, doğal kaynaklar ve çevre koruma tamamen hiçe sayılıyor.
Size nasıl bir doğa felaketiyle karşı karşıya kaldığımızı anlatayım. Biz Marmaris‘teki bu çalışmayı fark ettiğimizde dosyadan bir örnek edindik ve incelemeye başladık. Burada bütün ilgili kamu kurumları olumlu görüş vermiş, sadece Marmaris Belediyesi olumsuz görüş bildirmişti. Marmaris Limanı şu an bile kendi kendini temizlemekte son derece zorlanıyor. İkinci bir feribotun yanaştırılması demek, en azından bölgenin daha çok kirlenmesi ve kamu arazisinin kontrolsüz olarak sermayeye verilmesinin ötesinde doğanın katli demek. Marmaris koyunun arkasında yer alan milli park dahil olmak üzere bütün iç koy Tabiat ve Kültür Varlıklarını Koruma Kurulu tarafından 1. derecede sit alanı ilan edilmiş. Burada firmanın ikinci feribot için gerekecek liman uzatımına dair öncelikle her türlü analiz ve etüdün yapılmış olması gerekiyor. Biz bunlar yapıldı da mı dosya onaya sunuluyor diyerek dosyayı incelediğimizde Hıfzıssaha‘dan alınmış bir deniz suyu raporuyla karşılaştık. Raporu görünce de sevindik, "ne güzel analiz de yaptırmışlar" dedik ama rapora bir baktık ki su kirliliğiyle ilgili parametreler istenmemiş. Çünkü bu analiz için özel bir firma müracaat etmiş, yetkili kurumlar değil. Firma Gökçay adında bir çevre grubu. Taleplerinde kirlilik derecesi istenmediğinden Hıfzıssıhha da yalnızca tuzluluk değerini ölçmüş. Şimdi bu noktada diyelim ki bir eksiklik vardı. Biz hemen Çevre ve Orman Bakanlığı‘nın kıyılardan sorumlu daire başkanlığına ve Hıfzıssıhha‘ya sorduk; bu ülkenin üç tarafı denizlerle çevrilidir. Kirlilik parametresi gibi bir yönetmeliği yok mudur ki siz kirliliğini ölçmeden tuzluluk ölçümü yaptık diyorsunuz? Hıfzıssıhha‘dan gelen yanıt ürkütücü. "İlgili firma tarafından sadece bu istenmiştir." İşte bizi bu yasa kapsamında tedirgin eden, endişeye düşüren ve işgal olarak nitelememize neden olan durum budur. Özel firma gelecek, istediği etüdü eksikli veya yanlış da olsa yaptırıp onayını alacak ve tesisini kuracak. Yok olup gidecek olansa bizim ortak alanlarımız, yaşam alanlarımız, geleceğimiz...

Başa dönelim, yasanın Genel Kurul‘da reddedilmesi olasılığı var mı?
Bu yasanın bayındırlık, imar, ulaştırma ve turizm komisyonlarından geçirilip Genel Kurul‘a sunulan hali şu an için hala "yasa taslağı" olarak anılıyor ama biz Meclis Genel Kurulu‘na gelen yasa taslaklarının artık süratle yasalaştığını biliyoruz. Çünkü sandalye sayısı çoğunluğu olan AKP hükümetinde desteklenen bir yasa mutlak suretle kabul edilecektir.

Ülke genelinde proje bazlı uygulamalar başlatıldı değil mi?
Biz bir süredir bütün kamusal değerlerimizin ticari bir mal olarak görüldüğü ve hiçbir değerinin olmadığını söylüyoruz. 1985‘ten itibaren başlayan ve özelleştirme rüzgarıyla savrulan bu ülkede bekli de son 4 yıldır teslimiyetin en ağırı yaşanıyor. PMO‘na göre bu işgal yasasıyla birlikte teslimiyetin son perdesi oynanmaktadır. Kentsel dönüşüm diyerek başlayan dönüşüm alanları yasa tasarısıyla ilk adımlar İstanbul ve Ankara‘da atıldı. İstanbul, yabancı sermayenin ilk işgal bölgesini oluşturuyor çünkü çok değerli kaynaklarımız var burada. İstanbul‘da başlayan işgal ülke geneline yayılıyor yavaş yavaş. Yasa aynı zamanda kontrolü yerel yönetimlere veriyor. Örneğin Ankara‘da çok ciddi örnekleriyle başlayan ve dalgalanmayla diğer yerel yönetimlere doğru kayan bir özelleştirme söz konusu. Kentsel dönüşümler adı altında insanlarımızın barınma hakkının elerinden alınmasına kadar giden ağır süreçler yaşanıyor ve yaşanacaktır.

Çözüm yolları üzerine neler söyleyebilirsiniz?
Bu işgal yasasına herkesin hayır demesi gerekiyor. Biz en büyük gücün halktan, kamuoyundan geldiğini düşünüyoruz ve elimizden geldiği kadarda işgal yasası olarak değerlendirdiğimiz bu yasayı herkese anlatmak, paylaşmak, insanları duyarlı olmaya davet etmek istiyoruz. Örneğin gençliğe bu yasayı anlatmaya çalışıyoruz. Öğrencilerle buluşma toplantıları yapıyoruz üniversitelerde. Zamanımızın en büyük kısmını bu dönüşüm alanları yasa tasarısına ayırıp anlatmaya çalışıyoruz. Belki de kapı kapı dolaşmak gerekiyor. Mesela geçen hafta İstanbul‘da İETT arazisi satıldı biliyorsunuz. Çok önemli tirajı olan bir gazete "kazandık" diye başlık attı. Neyi kazandık diye baktığımızda bundan on yıl önceki değerinin 3-5 katı artırılarak satıldığını görüyoruz. Kazandık dediği bu satış rakamının yüksekliğiymiş. Medya olayları insanlara çok farklı yansıtabiliyor. Genel olarak medyayı sağlıklı bulmasak da bazı duyarlı yayın organlarıyla insanlara ulaşabileceğimizi düşünüyoruz.

Söyleşimizin sonuna yaklaşırken bize başka neler söylemek istersiniz?
Bu yasa bir işgal yasasıdır. Dönüşüm alanları yasa tasarısı ve tohumculuk yasası ile beraber bu hayatın idamesiyle ilişkin çok radikal kararlar aldılar bu ülkede. Bu yasalarla her türlü canlı hayatının sermayeye ranta ve paraya teslimiyetini görüyoruz ve bu konuda elimizden ne gelirse yapmak için çaba sarf edeceğiz. Şu bir gerçek ki bu yasa ile elimizden alınan şey yalnızca doğal kaynaklarımız değil. Doğal kaynakların ötesinde fazlasıyla değişen bir kültür ve kimlik kaybıyla da karşı karşıyayız. Artık alışveriş merkezleri insanlarımızın ihtiyaçlarını karşılayacak mekanlar olarak sunulmaktadır. İnsanımız bu mekanlarda "yaşamakta"dır. Gerçekten çok acı bi durum ve bunun beraberinde ciddi bir toplumsal ve psikolojik problemler gündeme geliyor ve gelecek.

Son olarak size hükümetin bu konuya nasıl baktığını bir anekdot ile anlatmak istiyorum. Örnek olsun. Kültür ve Turizm Bakanı Atilla Koç "kıyılarımız bir turşuydu, turşular kuruldu ve zamanı geldi, şu an turşuların yenme zamanı" dedi. Gerçekten bu ülkeyi bir turşu olarak görüp şimdi bu yasayla beraber bitiriyorlar. Ben PMO‘yu temsilen, Ankara‘da Yeni Sahne‘nin yıkılması sürecinde Atilla Koç‘a bir soru sordum, "kıyıları turşu olarak gördünüz yediniz, bu tiyatrocuları da çok hazzetmiyorsunuz, sevmiyorsunuz, çünkü insanları düşündürüyorlar, uyandırıyorlar mı diyorsunuz? Onları da yok edelim diyorsunuz. Peki ama nereye kadar sayın bakan?" Bakan Koç bu soru karşısında ne yaptı biliyor musunuz? Döndü ve kayıtsızca, incir ezmelerini, kurularını göstererek "bir tane getirin de tatlı yiyelim tatlı konuşalım" dedi. İşte hükümetin konuya duyarlılığı bununla sınırlıdır. Yasanın işgalciliği, yağmacılığı bu nedenle de çok vahimdir.

Çok teşekkür ediyoruz...

 

Okunma Sayısı: 5063