TMMOB Peyzaj Mimarları Odası
TMMOB
Peyzaj Mimarları Odası
UCTEA CHAMBER OF LANDSCAPE ARCHITECTS

TMMOB BODRUM YARIMADASI‘NIN ÇEVRESEL VE YAPISAL GELECEĞİ SEMPOZYUMU BAŞLADI

MERKEZ
06.03.2008

Odamızın Düzenleme Kurulu içinde yeraldığı TMMOB Bodrum Yarımadası'nın Çevresel ve Yapısal Geleceği Sempozyumu 6 Mart 2008 tarihinde başladı. Toplam dört gün sürecek sempozyum kapsamında, 10 oturum ve bir teknik gezi düzenlenecek.

TMMOB BODRUM YARIMADASI‘NIN ÇEVRESEL VE
YAPISAL GELECEĞİ SEMPOZYUMU BAŞLADI

TMMOB Bodrum Yarımadası‘nın Çevresel ve Yapısal Geleceği Sempozyumu 6 Mart 2008 tarihinde başladı. Toplam dört gün sürecek sempozyum kapsamında, 10 oturum ve bir teknik gezi düzenlenecek.

Sempozyumun açılış konuşmaları sırasıyla; Bodrum İlçe Koordinasyon Kurulu Sekreteri Semayi Yaman, TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı, Muğla Üniversitesi Bodrum Güzel Sanatlar Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Selmin Tufan, Bodrum Belediye Başkanı Mazlum Ağan, Muğla Vali Yardımcısı Recep Yüksel tarafından yapıldı. Bodrum‘da çalışan TMMOB üyelerinin yoğun ilgi gösterdiği sempozyumda, 15 üniversiteden bilim insanları, TMMOB‘ye bağlı Odaların yönetici ve üyeleri ile çeşitli sivil toplum örgütü yöneticileri tarafından 59 adet bildiri sunulacak.

TMMOB Bodrum İlçe Koordinasyon Kurulu Sekreteri Semayi Yaman açılışta yaptığı konuşmada, sempozyumun Bodrum‘un çevresel ve yapısal sorunlarına dikkat çekmek amacından öte, geleceğe dair uygulanabilir çözüm önerilerini de içeriyor olmasına gayret ettiklerini belirtti. Yaman, sempozyumun Bodrum‘un doğal güzelliklerinin ve kültürel derinliğinin, evrensel ortak değer olarak algılanması ve korunması yönünde faydalı olacağı inancı taşıdığını söyledi.


TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı açılış konuşmasında şunları söyledi

"Değerli Konuklar,
Sevgili arkadaşlar,

Halikarnas Balıkçısı, Bodrum‘ u ilk gördüğü andaki duygularını "Mavi Sürgün" adlı kitabında şöyle aktarıyor:

"En nihayet yokuşun tepesine gelmiştik. Yolcular ‘Neredeyse Bodrum görünecek‘ dediler. Yüreğim çarpıyor. Kaç aydır buraya gelmeye çalışıyordum yahu.. Tepedeki bir dönemeci dönünce ‘şırrakguuuur‘ diye Arşipel‘ in koyu çividisi ölçülmez açıklıklara kadar yayılıverdi. Hani büyük camilerde ya da kiliselerde bir din adamı, bir şey söylerde, cemaat o sözü tekrarlar. Tekrarlanan söz en yakınımızdaki binlerce dudaktan, binlerce insan öteye kadar dalga dalga sıcak bir uğultu halinde enginler. Böyle bir güür...r‘ler de secdeye varılışlarla olur. Yalnız burada üstümüzü kapayan bir kubbe değil, bir derinlik var sonsuz. Akşamın çividisinde koyulaşan koca Arşipel -eski deniz varlığını bana öyle bir heybetle bildirdi. Masmavi bir gürleyişti o. Ben diyeyim yüz bin deniz mili, en berrak bir açıklığa uzuyor. Doğduğum tepeden sonsuzluğu seyrediyormuş gibiyim. Güvercinlik Körfezinde de böyleydi. Ama orada, ne de olsa karşı kıyı vardı. Burada göz yaylımına hiçbir engel yoktu.

Bakış ufukları belirledikçe adalar, sonra kıyıların denize sarılıp sarlaşmış kalabalık burunları ve koyları. Bunların ortasında hilal şeklinde iki liman, ortada kaleyi taşıyan yarımada. Doğrusu ben, kalenin kulelerini daha basık sanıyordum. Bembeyaz yükseliyorlar. Yüreğimdeki kaygı artıyor.

Ne de olsa Bodrum adının yüreği sıkan bir karanlığı, bir boşluğu var. Oysa gördüğüm ışık ve berraklık, buğuyu üfüren meltem gibi izbeliği ve loşluğu öylesine sildi ki, hapsedilsem bile, hapishanenin göğü gören bir penceresi, bir kapısı olur diye içim aydınlanıyor."

Halikarnas Balıkçısının kaleminden Bodrum...

"Bodrum, hem doğanın olağanüstü güzelliğini hem de tarihin hatıralarını kendinde toplayan apak bir Akdeniz köşesidir. Şehrin hilal şeklindeki iki limanı sevenin sevilen belalıya açılan gönlü sanki denize açılır. (Deniz de belalı değil de nedir?) yan yana uzanan iki limanın bitişen yerinde kule üstüne kule - Sen Jan Şövalyelerinin kalesi - yükselir. Bembeyaz şehir bu iki limanın kıyısınca yan gelip uzanır. Beyaz evler, cicibiciye özenmeyen kesin çizgilerden yapılmadır. Tertemiz kat kat badanalanır ve beyaz duvarları, maviler mavisi gökleri, beyaz çizgileriyle ustura gibi keser.

Eskiden evler, savaş ve savunma için, yüksek yamaçlara kondurulurdu. Bunlara ev değil, kule denirdi. Ama deniz özlemiyle maviye imrenişten ötürü yerlerinde duramayarak, çam kokan nalınlarıyla, tıngır mıngır yokuş aşağıya seğirtmişler. İki koyun gıcır gıcır çakılları boyunca dizilmişler. Arkada kalanlar ayak uçlarına kalkarak öndeki kız kardeşlerinin omuzları üzerinden denize bakakalmışlar. Kimi cesur evler denize dalıp kayık olmuşlar ve dalgalar üzerinde oynaya güle, karadaki pısırık kız kardeşleriyle alay etmişler. İşte bundan dolayı kayıklarla evlerin, birde mandalina bahçelerinin sıkı fıkı bir akrabalığı vardır. Denizde gidip gelmekten usanan kayıklar ya ev ya da mandalina bahçesi olurlar.

Burası engin göklerin memleketidir. İçten gelen bir türküyü kapıp koyuverin, uzaklaştıkça türkü gökte masmavi olur. Işık burada yalnız karanlığı aydınlatmakla kalmaz, aydınlattığı maddeyi değiştirir ve görülen bir şair rüyasına çevirir. Başka yerlerde ölüp nur içinde yatılacağına burada nur içinde yaşanır.Gece yıldızlar tek tük görülen mıymıntı şeyler değildir. Yıldız kalabalıklığına engin gece dar gelir. Sanki parıltılarıyla göğü sarsıp gürlerler. Hele ufuktan ay bir görüne koysun evren bir peri masalına döner.

Kıyı boyu zümrüt fıskiyeler gibi hurmaların arasındaki küçük lokantalarla noktalanmıştır. Bura aşçıları, mitolojik suratlı orfoz balıklarını, renk renk skaros ve başka balıkları pişirmekte ustalar ustasıdırlar. Hele bir ahtapot pilavı pişirsinler, pilavı gören midye dolmaları utançtan kıpkırmızı kesilirler.

Havasından mı, denizden mi her nedense burada Tekel‘in rakıları bile mucize kabilinden cennet şekerine döner.

Bodrum kentinin bir yanında maden suları denize akar, karşıdaki karaada‘nın ılıcası ise, neredeyse ölüyü diriltir. Gövdenin kanı yaşama sevinciyle çarpar damarlarda, yorgun gözler güneş gibi canlanıp çakar.

Bodrum doğusunda Gökova körfezi 45 deniz mili içerlere doğru uzanır. Orası Nis‘ine, Montekarlo‘suna, Dalmaçya kıyılarına taş çıkartır. Her ufak koyu Mersin ve başka kokulu ağaçlarla çevrili erimiş bir zümrüt parçasıdır. Denizlerinde uçan balıklar uçar.

Dağlarında her biri 18 bin portakal veren portakal ağaçları yükselir. Dünyanın hiçbir yerinde rastlanmayan buhur (Liquid Amber Styraxiflua) ormanları buradadır.

100 metreden denize tepe takla inen uçurumları mı isterseniz, irili ufaklı ada kümeleri mi istersiniz, altın renkli plajlar mı istersiniz? Ne istersiniz vardır burada.

İtalya‘yı gör de öl" derler. Yok a canım; Bodrum‘la kıyılarını gör ve yaşa...."

Sevgili Katılımcılar,

Bodrum‘a adım attığımız an Cevat Şakir‘in Bodrum‘unu özlüyoruz ve o yılların Bodrumu‘nu hayal ediyoruz. Arkeoloji kitaplarında adları geçen kentlerin bir parça izlerini görmek istiyoruz. Ancak eski Bodrum‘a geri dönüşün olanaksızlığı dikkate alındığında bu hayal, Yarımada‘nın eski ruhuna ve kimliğine kavuşmasına karşılık gelmektedir. Bodrum‘un eski kimliği bir sürgün yeri değildir elbette; keşfedilmemiş, dokunulmamış, hırpalanmamış, yağmalanmamış ancak ilham verici, başka yerlere benzemeyen bir kasaba ve bir yarımada...

Zaman, teknoloji ve refah yönünden 1950‘lerin 60‘ların Bodrum‘undan daha ilerde olan bu yarımada ürettiği, paylaştığı değerler yönünden daha ilerde görünmüyor.

Ancak bu sempozyumu düzenleyenler ve burada bulunan konuklar, sorunlar içinde kaybolan, başkalarının gündemine hapsolan, pusulasını şaşırmış bir kitle değildir. Başkaları gibi bakmayan, başkaları gibi düşünmeyen, yıllardır verdiği mücadeleleri her alana yayan iddialı ve ısrarcı olan bu kitle her şeye rağmen bu yarımadayı sahiplenmekten vazgeçmeyecektir. Evet, sevgili arkadaşlar, Bodrum için bir hayali paylaşmak, onun ötesinde bir gelecek portresi canlandırmak için bir araya geldik.

Tarihin akışını değiştiren sermaye henüz bizi bir arada tutan türlü değerleri yok etmeye muktedir olamadı, ama birçoğunu elimizden almış görünüyor. 1960‘ların turisti gelmiyor ise öncelikle bunu biraz düşünmek gerek. Günümüzde başka profillerde insanlar başka amaçlarla ve başka türlü bir mekanda yaşıyorlar. Kişileri suçlamak doğru bir yaklaşım değil elbette, ancak insanların bu alışkanlıkları, talepleri ve kültürleri yönlendirilmekte ve şekillendirilmektedir. Bizim sorunumuz ve karşılaştığımız sorunların kaynağı Bodrum ve diğer kıyı bölgelerinin sermayece, siyasal iktidarlarca ve yerel ortaklarınca başka türlü algılanıyor olmasıdır. Böyle olmasaydı kıyısı, ormanı, doğası, yaşamı, turizmi, gecesi, gündüzü başka türlü olurdu. Bizler kazanç ve kar gibi sınırlı parametrelerden bakmıyoruz bu dünyaya. Bilimsel, teknik ve mesleki donanımımız ve birikimimizi kamuoyu ile paylaşmak gelecek için farklı seçenekler sunmak için buradayız. Belirli kesimlerin dar perspektifi yerine insan yaşamı, çevresel değerler, doğal kaynaklar ve yaşanabilir bir gelecek kaygıları olan bir topluluğu temsil ediyoruz burada.

Türk Mühendis ve Mimar Odaları Birliği 2007 yılında başlattığı kent sempozyumları dizisinin 6. sı olan bu sempozyumda Bodrum Yarımadası‘na ilişkin kentleşme, ulaşım, çevre, enerji, doğal kaynaklar, turizm, depremsellik, afetler, eğitim ve toplumsal yapıya ilişkin sorunların tartışıldığı, var olan uygulamalara alternatif oluşturacak çözüm öneriler geliştirilmesi beklenmektedir. İlki Bursa‘da gerçekleştirilen sempozyumlar dizisi daha sonra İstanbul, İzmit, Ankara ve en son geçen hafta Eskişehir‘de gerçekleştirildi. Bundan sonrada Denizli ve Adana‘da gerçekleştireceğiz. Bu sempozyumlar göstermektedir ki yerel yönetim seçimlerine bir yıl kala TMMOB örgütü ülkemizdeki birçok kent ve bölge sorunlarına bilimsel, teknik ve mesleki düzeyde açılımlar getirmekte, yapısal çözümlere yönelik öneri geliştirmekte ve paydaşlarının çabalarına önemli düzeyde katkı koymaktadır.

Bu sempozyumlar aracılığı ile yerel düzeydeki çalışmalar ve birikim gerek örgütü ve gerekse yerel kamuoyu ile paylaşılmaktadır. Bu yönüyle örgütümüz bir adım ileri giderek ortaya yeni yaklaşımlar ve çözüm önerileri sunmakta ve geleceğe yönelik bir hazırlık yapmaktadır. Yereldeki dinamiklerin, siyasaların ve uygulamaların ulusal düzlemdeki dönüşümlerden bağımsız düşünülmesi mümkün değildir.

Burada TMMOB‘nin kente ve yerel yönetimlere dair tespitlerini özetle sizlerle paylaşmak isterim.

Türkiye‘de, yıllardır sürdürülen plansızlık ve denetimsizlik, yanlış arazi kullanım politikaları, kaçak yapılaşma ve imar affı gibi süreçlerle de beslendiğinden sağlıklı, güvenli ve yaşanabilir kentler oluşturulamamıştır. Plansızlığın ve denetimsizliğin ağır sonuçları, özellikle 1999 Doğu Marmara depremlerinin yol açtığı felaketler ve yakın zamanlarda yaşanan sel, heyelan, bina çökme örnekleri ile de gözler önüne serilmiştir.

Rantın, yağmanın kıskacına sokulan kentlerimizin doğal ve kültürel değerleri, ormanları, yeşil alanları, sahilleri yok edilmekte, kamu arazileri elden çıkarılmakta, çevresel kirlilik ülkemizi bir ekolojik felaketin eşiğine getirmektedir.

Bilimi, planlamayı ve kamusal denetimi dışlayan, planlı bir ekonomi yerine ranta ve spekülasyona dayalı bir ekonomiyi egemen kılan bu model; bir çaresizliğin ve yetersizliğin sonucu değil, siyasal iktidarların tercihi olmuştur. Bu tercihin yanlışlığı ve korkunç sonuçları açıkça ortaya çıktığı halde gereken ders alınmamış, sağlıklı, güvenli ve yaşanabilir yerleşim alanlarının oluşturulması için gerekli politika ve uygulamalar gündeme getirilmemiştir.

Demokrasinin evrensel değerlerinin ayaklar altına alındığı, planlamanın ve kamusal denetimin devre dışı bırakıldığı böylesi bir süreçte; merkezi yönetimler gibi yerel yönetimler de rant paylaşımın odakları haline getirilmiştir. Yerelleşme adı altında sürdürülen yağma hızlandırılmıştır. Türkiye‘de yerel yönetim alanında, özellikle 1980‘den bu yana hareketli bir süreç yaşanmaktadır.

Yerel yönetimlerde yaşanan bu hareketliliğin, kentsel kamu hizmetlerinin özelleştirilmesi, kentlerin imar, planlama, altyapı, ulaşım, çöp, su-atıksu gibi hizmetlerindeki yolsuzlukların artması, rant ve rüşvetin yaygınlaşması gibi niteliklere sahip olduğu ortaya çıkmıştır. Merkezi vesayet altında, çıkar tezgahı gibi çalışan bir yerel yönetim dünyası oluşturulmuştur. Özelleştirme, yerelleşme ve ticarileşme böylesi bir dünyanın önemli ayaklarını oluşturmaktadır.

Bugün yaşadığımız kentlerin mekansal ve çevresel olarak sağlıksız, yaşam açısından güvensizliğinin ardında; sosyal, kültürel yapının yozlaşması, gelir dağılımında ortaya çıkan uçurumlar, yoksulluk, yasadışı kazanç alanlarının egemenliği vardır. Pazarlanacak bir meta olarak görülen kentlerimiz, paranın simgelediği mekanlar haline gelmiş, sermaye egemen anlayışlı bir yaşamın belleği olmuştur.

Ülkesel ölçekte yerleşmelerin yaşanabilirliğini ortaya koyacak olan bölge, çevre düzeni, nazım imar ve uygulama planı gibi planlar, o mekânın sosyal, ekonomik ve peyzaj değerleriyle kalkınmasına hizmet etmek durumunda iken; bugün bölge planlarından başlayarak, mekânın fiziksel organizasyonunu kalkınmaya dayanan bir açılımla ele alınması beklenen planlar, arsa ve arazi spekülasyonlarını körüklemekten öteye gitmemiştir.

Günümüzde kentsel dönüşüm ile konut üretimi amacından farklı biçimde, inşaat sektörü üzerinden ekonomiyi canlandırmaya yönelik bir siyaset olarak sunulmaktadır. Üzerinde çokça oynanan, sürekli değiştirilen ve temel hedefi sermaye gruplarına rant aktarmak olan ‘‘kentleşme, planlama, imar, yapı ve afet yasaları‘‘ çalışmaları bu amaçlarından mutlaka uzaklaştırılmalıdır. Bu konular tam bir bütünsellik içinde ve tutarlı bir yasal düzenlemeler perspektifinde yapılmalıdır.

Ülke yararını göz ardı edenler, tüm değerlerimizi görmezden gelerek "kentsel dönüşüm projeleri" adı altında çağdaş kentleşme ve kalkınma politikaları yerine, siyasal ve kişisel çıkarlar uğruna, kentsel ve bölgesel rant yağmasına dayanan politikaları benimsemişler ve finans çevrelerinin yönlendirdiği kentsel projeler ile karşımıza çıkmışlardır.

Hemen her ölçekte ve bölgede kullanılmaya başlanan dönüşüm kavramı, kent ve peyzaj değerlerinin belirlediği anlamdan çok finansal olarak "arazi geliştirme" anlamında kullanılmaya başlanmış ve özellikle ülkemiz peyzaj alanları olan bölgelere saldırıları artmıştır.

Değerli Konuklar,

TMMOB kent yaşamını ilgilendiren imar, kültür ve turizm, çevre, kamu yönetimi ve yerel yönetim sistemini düzenleyen yasaların eksiklik ve yetersizliklerinden bahsederken insan sağlığı, doğal çevre, insan hakları-kentli hakları, katılım, yaşanabilirlik gibi kavramları referans almaktadır.

Toplumsal yaşama, kente dair sağlıklı karar verebilmek o konuda bilgili olmakla mümkündür. Günümüzde bilgi, yalnızca sınırlı sayıda bazı kesimlerce erişilebilir niteliktedir. Bu durumda kararlara çok kişinin katılımı ile ulaşılmış olması da, tek başına süreci demokratik kılmaz. Dolayısıyla yöre halkının bilgiye özgürce erişme olanakları geliştirilerek, akılcı ve sağlıklı karar üretme süreçleri yaşama geçirilmelidir. Yerel yönetimlerin çalışmaları yüksek duvarlar, açılmaz kapılar ardına saklanmamalıdır.

Sağlıklı bir kent yönetimi ve planlaması ancak kent halkının karara katılacağı süreçlerin yaratılması, bilgi dolaşımının ve saydamlığın sağlanabilmesi ile mümkün olacaktır.

Yerel yönetimlerin akçeli tüm işlemleri (ihaleler, kredi anlaşmaları vb.) şeffaf olmalı, halkın ve onun örgütlerinin bilgisi dahilinde, denetimi altında olmalıdır.

Bir kente sahip çıkacak o kentte yaşayan bireylerdir. Kente dair her türlü kararda kentlilerin katılımının sağlanması vazgeçilmez bir hak olmalıdır. Yatırım önceliklerinin belirlenmesinde halkın ve kitle örgütlerinin görüşlerine başvurulmalıdır. Yatırımlarda sadece ve sadece kentlinin çıkarları düşünülmelidir.

Bodrum Yarımadası özelinde de şunları söylemek isterim:

Ülkemizdeki sermaye birikimi ve uluslararası sermaye yığılması kendini yeniden üretememekte sermaye açısından en kolay birikim ortamlarından biri olan doğal kaynaklara yönelmektedir. Madencilik, enerji, kıyı turizmi, ikinci konut gibi temel gelir kaynakları aynı zamanda yöre insanının yaşam ortamına zarar vermekte, bir kesimin kazançlı çıktığı bu ortamda geniş bir kesim kaybetmektedir. Her yaz sıkça karşılaştığımız orman yangınlarının Bodrum‘da aynı anda birden fazla yerde ortaya çıkmasını tesadüf sözcüğü ile açıklamak mantık sınırlarımızı zorlamaktadır. Maden Yasasına göre orman alanlarında yapılan madencilik ve taş ocağı işletimi sonrasında doğal tahribatın geri dönüşümünün sağlanması gerekmekte ancak bugüne kadar terk edilen alanlarda bütün tahribatlar yerinde durmaktadır.

Turizm, sanayileşme, enerji ve madencilik adına toplumsal maliyeti ve geri dönüşü olmayan zararları ısrarla vurgulamak, kamuoyuyla paylaşmak durumundayız. Termik santraller sadece enerji üretim geliri hesabıyla kurulamazlar. Bu tür büyük ölçekli kirletici tesislerin çevresel maliyetleri çok kez enerji getirisini aşabilmektedir. Bu tür tesislerde bütün girişimlere rağmen arıtma filtreleme gibi önlemlerin alınmadığı bilinmektedir. Bu durumda bölge insanının yaşamını tehdit eden bir işletmenin faaliyetlerinin sürmesi anlamlı mıdır sorusunu gündemde tutmak gerekir. Diğer yandan uluslararası turizme açılma iddiasında olan bir bölgede balık çiftlikleri kurulması, bölgede atık su ve katı atık sisteminin yeterli düzeyde hayata geçirilmemiş olması çelişkilerini ortaya koymak bu sorunların aşılmasına yönelik baskıyı sürdürmek durumundayız.

Yarımada‘ya yayılmış konutlar, büyük ölçekli içine kapalı turizm tesisleri, gerileyen tarımsal üretim, doğal kaynakları tehdit eden büyük ölçekli yatırımlar yerine daha mütevazı ama daha insanca bir yaşam mekanı olan bir Yarımada, dar bir kesimin tatil yeri yerine kalıcı bir yaşamın sürdüğü, özgünlüğü, değerleri ile anılan bir Bodrum istiyoruz. Bugüne kadar "sürdürülebilir turizm" sloganıyla yapılan planlama çalışmaları ve hazırlanan projelerin tamamı slogan düzeyinde kalmış, uygulamada alışılagelen sermaye merkezli ancak toplumsal faydası olmayan yatırımlar sürmüştür. Yarımada‘da özünde kendini geliştirebilen, yenileyen ve niteliği ön anılan, doğayla ve insanla barışık turizm proje ve uygulamaları görmek istiyoruz. Sektörel olarak sadece turizme bağımlı olmayan tarım, kültür, üretim ve eğitim sektörleriyle de ekonomik yaşamını sürdürebilen bir Yarımada görmek istiyoruz.

Sevgili Katılımcılar,

TMMOB adına bu sempozyumun oluşmasını sağlayan Düzenleme Kurulu üyelerine ve Sempozyum Yürütme Kurulu üyelerine, Sempozyum Sekreterine ve Danışmanlar Kurulu üyelerine, sempozyumun gerçekleşmesi için görev üstlenen birimlerimizin Yönetim Kurulu üyelerine ve çalışan arkadaşlarıma, İKK Sekreterimiz Semayi Yaman‘ın şahsında teşekkür ediyorum. Görüşlerini bildirileri ile bize iletecek olan uzmanlara ve bilim insanlarına teşekkür ediyorum.

TMMOB‘nin sözü, yaşama dairdir, insanımıza dairdir, geleceğimize dairdir ve aydınlık bir Türkiye içindir. Böyle algılanmamız gerekir.

Burada bulunmakla bize onur verdiniz, güven verdiniz, güç verdiniz, cesaret verdiniz. Hepinize teşekkür ediyorum."

Okunma Sayısı: 827